Kış, her yere aynı soğukla dokunur sanırız. Oysa Sarıkamış’ta kış, toprağa değil; yüreklere yağmıştır. Kar, bir mevsim olmaktan çıkmış; bir imtihan, bir veda, bir dua olmuştur.
1914’ün o dondurucu günlerinde, binlerce genç, henüz sakalı terlememiş delikanlılar; annelerinin duaları, babalarının suskun bakışları, nişanlılarının yarım kalmış hayalleriyle yola çıktı. Ne bir isyan vardı içlerinde ne de tereddüt… Sadece vatan vardı.
Ve vatan, o gün soğuktan daha ağırdı.
Allahuekber Dağları’nda adımlar ilerlemedikçe, kader ilerledi.
Silahlar sustu, nefesler kesildi, ama iman susmadı.
Kurşun değmeden şehit düşenler oldu; düşman görmeden toprağa sarılanlar…
Soğuk, iliklere kadar işledi; fakat yeminler çözülmedi.
Bir asker düşünün…
Ayağındaki çarık yırtık, sırtındaki kaput ince…
Gözleri kapanırken dudaklarında tek bir kelime: “Vatan…”
O kelime, kardan daha beyaz, ölüme meydan okuyan bir haykırıştı.
Sarıkamış’ta ölüm sessizdi.
Ne bir çığlık, ne bir feryat…
Sadece karın altında kalan nefesler ve donarak da vazgeçmeyen bir sadakat vardı.
İnsan, burada ölümü bile edeple karşılar.
Bugün, haritalarda bir nokta olarak gördüğümüz Sarıkamış, aslında bir vicdan pusulasıdır.
Bize şunu hatırlatır:
Bu topraklar kolay kazanılmadı.
Bu bayrak, sıcak odalarda değil; soğuk dağlarda dalgalandı.
Bu vatan, masalarda değil; buz tutmuş yüreklerde kuruldu.
Sarıkamış şehitleri, adları tek tek bilinmeyen ama milletin kalbine kazınan adsız kahramanlardır.
Onlar bir tarih kitabının dipnotu değil;
Bir milletin omurgasıdır.
Bugün üşüdüğümüzde montumuzu giyip geçiyoruz.
Ama bilmeliyiz ki, bir zamanlar bu vatan için
üşümeyi göze alanlar vardı.
Üşüyerek ölenler değil;
donarak direnenlerdi onlar.
Ey Sarıkamış’ta karın altına düşen yiğitler…
Siz, toprağa gömülmediniz;
Bu milletin hafızasına emanet edildiniz.
Her kış kar yağdığında,
Her beyazlıkta sizi hatırlamak;
Bir dua kadar sessiz,
Bir bayrak kadar onurlu durmaktır.
Bu topraklarda hâlâ özgürce nefes alabiliyorsak,
Bilin ki o nefesin içinde
Sizin son nefesiniz vardır.
Ruhunuz şad olsun…