Ramazan alışkanlıkları da değiştiriyor. Hele bir de koronavirus binince üzerine büsbütün alışkanlıklarımız değişti. Bugünlerde bir elin parmakları kadar insanla ya görüşüyoruz, ya görüşemiyoruz. Hal böyle olunca da insan tatlıya veriyor kendini, kahveye döküyor içini, çay ile dertleşiyor, bir sigara yakıp dalıp gidiyor uzaklara...
Bazen köyde kuzinenin kenarında hayal ediyor kendini, fırında patates kızartırken. Bazen mis kokulu çimenlerin üzerinde hayal ediyor kendini berrak bir yayla sabahında, kuzularla, koyunlarla. Bazen kulağında güzel bir melodi ile kocaman bir taşın üzerinde gürül gürül akan bir derenin kenarındaki hayal ediyor kendini.
Yollar kısalıyor. Zaman ve mekan mefhumu ortadan kalkıyor sanki, dertler, tasalar birer birer uçup gidiyor duman misali.
Ta ki sahura kadar. Vakit gelip, ağız bağlanınca üzerine de bir ağırlık çöküyor insanın, gözleri kapanıyor ve uykuya teslim ediyor kendini. 
Her güzel şey gibi gecenin de sonu geliyor ve telefon alarmı yatağın merhametli kollarına çekip alıyor seni, sorumluluklarını hatırlatıyor sana. İstemeyerek de olsa sıcak yataktan kalkıp çocuklarının nafakasını çıkarmak zorunda olduğunu anlıyorsun.

Velhasıl birbirinin kopyası geçiyor zaman; Geceleri hayal dünyası, gündüzleri hayat kavgası...
Bugün de diğer günlerde olduğu gibi telefonun alarmına uyandım ama sanki her zamankinden daha bir hüzünlü çalıyordu meret!..
Alarmı durdururken ekrana gözüm ilişti. Trabzonspor Kulübü “5 Mayıs 1996 tarihinde oynanan Fenerbahçe maçı” diye başlayan merhum Mehmet Dalman ve Hüsnü Civelek'e rahmet dileyen bir mesaj yayınlamıştı.

Gözlerim buğulandı, dizlerimin bağı çözüldü, çöktüm kaldım yatağın kenarına, öyle ya daha 12’sindeydi Hüsnü Civelek babasının tabancasıyla hayatına son verdiğinde...
Evet o tarih; 1996 Türk futbolu için kara yıl, hatırladım demek isterdim ama hiç unutmadım ki...

Futbol pastasından Anadolu’nun yağız delikanlısı Trabzonspor’a pay vermek istemeyen şike baronlarının, çetelerin, kirli siyasetçilerin, para babalarının türlü entrikalar ile kirlettikleri o yıl.
Teşvikin suç olmadığı,Trabzonspor şampiyon olmasın diye rakiplerine  araba, ev, nakit para gibi geniş bir rüşvet yelpazesi sunan YALI çocuklarının YAYLA çocuklarının emeklerini çaldığı o yıl, Kazanmaya giden yolda her yol mübah zihniyetindeki kirli bir kulüp başkanı olan Ali ŞEN’in takım içi kavgada yaralandığını bilmesine rağmen (Aygün Taşkıran), Trabzon halkı yapmış gibi lanse ederek Şerefli Türk ordusunu Trabzon sokaklarına saldığı o yıl.

(Bu kirli başkan yıllar sonra futbolcusunun başını takım arkadaşının yardığını, makbül bir iş yapmış edasıyla ulusal bir gazeteye itiraf etmiştir) 
Bir kuşakta telafisi mümkün olmayan derin travmalara neden olan o yıl!

Evet her şeye rağmen birçoğumuz acılarımızı kalbimize gömdük ama bazılarımızın kalbi kaldıramadı bu yükü..
Evet o yıl, o kara yıl. Kurdun Çakala boğdurulduğu o yıl... Mehmet Dalman ve Hüsnü Civelek'i ömrünün baharında toprağın kara bağrına emanet ettiğimiz o yıl.
Aaaa unutmuştum hatırladım demeyi isterdim ama hiç unutmadım, unutamadım. Ne çalınan hayallerimizi ne de ödenen bedelleri...
Yazımı ömrünün baharında aramızdan ayrılan Mehmet Dalman (27) ve daha 12’sinde dünya nimetlerini tatmadan göçen  Hüsnü Civelek’e atfediyorum, Mekanları cennet olsun!!