Tam adıyla Ahmet Mesut Yılmaz. 1947’de doğdu, 2020’de vefat etti. 1983’den itibaren Anavatan Partisi Kurucusu, Milletvekili, Bakan, Genel Başkan ve Başbakan sıfatıyla, devlet ve siyaset insanı olarak Türkiye’ye yaklaşık çeyrek asrı aşan bir süre hizmet verdi.
Önceki akşam da 2 yıl önce Mehmet Açıkgöz tarafından kurulan Turgut Özal-Mesut Yılmaz Kültür ve Yaşatma Derneği tarafından adına Trabzon’da anma etkinliği düzenlendi.
Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç’in “Vefa çok önemlidir. Burada buluşmamız da bunun bir örneğidir” diyerek, “Vefanın sadece İstanbul’da bir semtin adı olmadığını” bir kez daha dile getirmesi takdire şayandı.
*
Hiç şüphesiz “Söz konusu Mesut Yılmaz” olunca Trabzon’da ilk söz en yakınında, dava arkadaşlığından da öte her daim yer alan Eyüp Aşık’ın olması elzemdi. Öyle de oldu.
Eyüp Aşık, önce geçmiş adına Turgut Özal’ın “Dört eğilimi” bir araya getirmesini hatırlattı.
Sonra da bugün toplumun giderek artan ayrışmasına dikkat çekerek bir ve birlik olma adına; “Yukarıdakilere de ilettim” diyerek önerisini tekrarladı:
“AK Parti-CHP bir araya gelmeli. Parlamenter sisteme dönülmeli. Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı, Ekrem İmamoğlu Başbakan olmalı. Neyi pay edemiyoruz?”
*
Öneri destek bulur mu? Bulursa da olur mu?
“Söz konusu Türk tipi siyaset ise, olmayacak hiçbir şey yoktur” diyerek kıssadan hisse olabilecek, alınabilecek bir başka Mesut Yılmaz özelliğine göz atalım.
*
Birincisi: Muhabir olarak izlediğim Mesut Yılmaz, bizim için söylediklerini rahat rahat haber yapabileceğimiz, yazıya dökebileceğimiz, bunun için de kendisinden en çok razı olduğumuz hatip, devlet ve siyaset adamı idi.
Hamaset yapmadan yavaş, az ve öz konuşurdu. Çok lâf etmezdi.
*
İkincisini: Anma töreninde Eyüp Aşık’ın üzerine basa basa söylediği gibi: “Tek kuruşa dahi tenezzül etmemiştir. Dahası fakirlikte çekmiştir.”
Yani çok parası olmadı.

O zaman şöyle diyebilir miyiz?
Birincisi Mesut Yılmaz; “Çok lâfın yalansız olamayacağını iyi bildiği için kelâmı uzatmazdı, az konuşurdu.”
İkincisi, Mesut Yılmaz; “Çok malın haramsız olamayacağını iyi bilirdi. Onun için de tek kuruşa tenezzül etmedi, birileri gibi paranın esiri olmadı.”
Sonra da bunlardan yola çıkarak şöyle soralım mı?
“Anlayana sivrisinek saz. Anlamayana davul zurna az” diyerek atalarımızın; “Çok lâf yalansız. Çok mal haramsız olmaz” sözü neyi ve kimleri hatırlatıyor?
*
Oldu olacak Elazığ Milletvekili iken Devlet Bakanlığı da yapan Ali Rıza Septioğlu’nun (1913-2001) Anadolu Kulüpte, “Eski ve yeni milletvekilleri arasındaki farklar” konusundaki merakımıza; “Dur yeğenim. Kendini yorma. Ben sana söyleyeyim” dedikten sonra verdiği cevabı, “kıssadan hisse” olsun diye bir kere daha hatırlatalım:
“Biz milletvekili olup para harcardık. Şimdikiler para kazanıyor!”
Tam; “Nasıl kazanıyorlar?” diye soracak iken, “Onu da anlamıyor musun?” diyerek kızabileceğini düşündüğüm için vazgeçmiştim!
DÜNDEN BUGÜNE
Suni Gündem, Uzun Boyun…
Suni gündem ile oyalamak ya da, oyalanmak, yani gerçeklerden uzaklaşmak ya da uzaklaştırmak nasıl bir şeydir?
Sonucu nereye varır?
Bilmek ister misiniz?
İşte size 10 yıl öncesi durum için yazılan ama bugünlere de artarak sirayet eden bu ahval için kaleme aldıklarımız:
*
Afrika'da yerli kabilelerinin birinde çocukların boynuna doğdukları andan itibaren boyunları uzasın diye yuvarlak halkalar takılır. Çocuk büyüdükçe halkaların sayısı arttırılır.
Böylelikle çocuğun erişkin olana kadarki boyun gelişimi dengesiz olur.
Yani, boyun yanlara doğru hep aynı kalır, yukarıya doğru uzar da uzar. Bunun için boyunlarında sürekli boynu ayakta tutacak demir halkalar ile yaşarlar, yaşamak zorunda kalırlar.
Aksi halde boyun başı taşıyamaz ve yana devrilir.
Demek istiyorum ki…
Suni gündem ile yaratılan algılar da bu halkalar gibidir.
Bir zaman gelecek, gerçekleri ört bas etmek veya ettirmek için ortaya atılanlar artık itibar görmeyecek, kenara itilecektir.
İşte o zaman, gerçekler kapıya dayanıp, yaşanmaya başlandığında Afrikalı kabiledekilerin akıbetine uğranılacak, boyunlar düşecektir.
Hal ve gidişat budur.
Budur da, toplum suni gündemler ile meşgul olmaktan geri durmuyor, duramıyor!
Kimse kendini alıkoymuyor, hatta "Durmak yok. Suni gündemleri yemeye devam!" diyor.
16 Ocak 2015
BİR KİTAP
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan: Politikada 45 Yıl
En yüksek medeniyette bile onu okumanın ayrıcalık sayıldığı kitaplara, okuyanların sayısının giderek azalması ile büyük bir haksızlık yapılıyor!
Onun için her köşemize, kıyıda köşede kalmış, bedeli küçük, ama değeri fazla olan bir taneyi konuk edeceğiz.
Bugünkü de; ünlü hikaye, roman, şiir, deneme ve anı gibi çeşitli dallarda eserler veren çoklarımızın “YABAN”dan hatırladığı YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’nun (1889-1974), “POLİTİKADA 45 YIL” adlı 1968 baskısı kitabı oldu.

İstiklal Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında yer aldı. Sonrasında milletvekilliği de yaptı. Türk Dil Kurumu’nun kurucuları arasında da yer aldı.
Yakup Kadri, 1922-1967 yılları arasını kapsayan kitabında, söz konusu tarihler arasındaki politik hayatındaki belli başlı olayları ve kişileri gözlemlerine ve belgelere dayanarak kendine özgü üslubuyla ve romancı titizliğiyle inceden inceye anlatmaktadır.
KISSADAN HİSSE
Taşınabilecek Değil, Taşıyacak Servet…
Selçuklu Sultanı avdan gelirken tarlasında yorgun argın çalışan bir çiftçiye rastlar.
Onu saraya getirir. Hazineye indirerek önüne bir çuval altın atıp, taşıyabileceği miktarda altın almasını söyler.
Çiftçi düşünür, düşünür ve bir avuç altın alır.

Sultan ona niçin çuvalla değil de, avuçla aldığını sorduğu zaman çiftçi; "Sultanım bana, benim taşıyabileceğim servet değil, beni taşıyabilecek servet lazım" der!