Her şeyin edebiyatı olur da emniyetin olmaz mı? Ekranlara bakıyorum, köşeleri okuyorum. Zaman zaman park ve bahçelerdeki sohbetlere ister istemez katılıyorum. Yolculuklarda da sağdan soldan konuşuyorsunuz. Fakat bir tuhaflık var bu işte…
Hele şu savaş günlerinde daha da belirginleşti fotoğrafımız.
Onca ilgili ilgisiz cümle, sınırsız sonsuz bir bilgi birikiminden akıyor hissine kapılıyorsunuz.
Baktım ki bu işin okulu filan yok.
Edebiyatla uğraşan bir tarihçiyim ya…
Bi cesaret geldi doğal olarak, emeklilerin yoğun olduğu kahvedeki son konuşmacıyı da dikkatle dinledikten sonra… “Emniyet ve edebiyat” diye öylesine söylendim.
***
Aslında vatandaşımız haklı sanki!
Özellikle son otuz yıldır savaşla yatıp savaşla kalkıyor.
Savaş, herkesin gözünü açtı yani.
Ya da bize öyle geliyor.
Her konuda söyleyecek söz olunca…
İşkembe-i kübradan atmak hiç de zor gelmiyor insanımıza.
***
Dünya her geçen yıl daha az güvenli hale gelmeye başlayınca…
“Tüm devletler nükleerle aklını bozdu” desem, abartmam herhalde.
Fakat ilginçtir, seksen yıldır Japonya ve Çernobil dışında hiçbir yerde bu felaket yaşanmadı.
Bir şekilde konsensüs sağlanmış gibi görünse de çılgın liderlerin neler yapabileceğine akıl sır ermiyor. İşte tam da bu kaotik ortamda bombaların düştüğü bir coğrafya, öğretmeye ve eğitmeye devam ediyor.
İnsanların umurlarında değil açlık sınırının altında olmak…
Radara yakalanmayan füze ve uçaklarla bozduk(!) aklımızı.
Her kim ki bir tık üstünü envanterine katar, meydan onundur.
***
Gerilim ve korku romanları/filmleri kuşağından gelen bir çoğunlukla karşı karşıyayız.
Belki biraz da bu yüzden emniyetin edebiyatı ile çok yakından ilgiliyiz.
Önce ülkemiz adına tedirginiz, komşularımız ve dünya…
Kendini dünyanın sahibi (!) olarak gören birkaç ülke varsa diğerleri ne oluyor?
KÖLE…
Öyle, son köle pazarını da kapatmakla yeni bir dönemi açamıyorsunuz.
Paranız pulunuz olsa da belli ki üç beş devletin kulu kölesi olmaya devam ediyorsunuz.
***
Son savaşla birlikte…
Neyimiz var neyimiz yoksa…
Uçak, helikopter, füze, tank…
Öyle opaçık noktalarda, “gelin, vurun” misali durmayacak.
Hangardan da öte…
Dağların altlarına oyulan devasa silah ve cephane depolarından başkası yalan…
Açıkta kalan her şey hedef oluyor, heder oluyor.
İşte tam da bu noktada “edebiyat” giriyor devreye…
Bir yandan sanayimizi güçlendirirken…
Bir yandan da “koruma” ağırlıklı çalışmalıyız.
***
Sınır aşan sular…
Sınır aşan suçlar…
Sınır aşan göçler derken…
Sınırlara tahammül, eskisi gibi değil…
Hem, siz kara sınırlarınızı güçlendirseniz de…
Denizdeki devriye sayısını artırsanız da…
Bunun bir de havası var ve b2 denilen hayalet uçakla yerle bir oluyorsunuz.
***
Olay şöyle gelişiyor.
Ne kadar az emniyet…
O kadar çok edebiyat…
Çünkü bu bir denge…
İnsanımızın onca işi gücü varken ya da yokken…
Emniyet konusunda otoritelere taş çıkartıyorsa durup düşünmek gerek.
“Biz, nerede yanlış yaptık?”
***
ABD Başkanı Trump her geçen gün dünya için bir kabadayıya dönüşüyor.
Açık açık tehdit ediyor, silkeliyor, yatırım adı altında rüşvetini istiyor, “nadir toprak elementleri” diyerek ülkesinin geleceğini garantiye alıyor.
“At şuna bir tokat!”
“Sen de at bi tokat!”
“Tamam, ödeştiniz işte, bundan böyle çatışma yok.”
Dövüyor, dövdürüyor, havale ediyor, ambargo uyguluyor.
Dostluk ve düşmanlık kavramlarını yerle bir ediyor.
Putin ise iki buçuk milyon Rusça konuşan insan var diye İsrail’e sesini yükseltemiyor.
O zaman da meydan Trump’a kalıyor.
‘Trumpizm’e…
Ne diyelim?
“Ağam bizimle eğleniy…”