Dünyayı tanıyıp yorumlayabilmemin ardınca uzun yıllar geçti. Zaman içerisinde insanda meydana gelen düşünce değişimleri şüphesiz bilgi birikimi eksikliğinden kaynaklanıyor olmalı. Ganita’nın arka tarafında çocukluk aklımızla gizliden gizliye taşların arasından limandaki canavar diye addedilen Rusların nasıl bir varlık olduklarını korka korka izleyip kaçmamızı hayal edip kıs kıs gülüyorum.

İlkokul beşinci sınıftan itibaren küçük beyinlerimizi zehirlemek için dağıtılan vita yağlarını kara çavdar ekmeklerinin üzerine sürüp lezzet alışımızı hatırlıyorum. Evimizde ineğimiz olmasına, doğal günlük sütümüzün her zaman bulunmasına rağmen ABD Başkanı H. Truman’ın “UNICEF” patenti altında dağıttığı süt tozlarını iştahla nasılda götürdüğümüzü hatırlarken; işin mahiyetini kavradığım günden beri ABD’yi sevmemeye, iğrenmeye ve tiksinmeye başladım. Öğretmenlerimiz nedense evdeki temiz doğal günlük sütü değil, bu emperyalist sütünü içmemizi ve tertemiz tereyağını değil, tiksinerek ekmeğe sürüp yediğimiz vita yağını yememizi tavsiye ediyorlardı.

ABD 1960’larda Boztepe’ye “NATO Üssü” adıyla yerleşmişti. Bu üs pekçok insanın ekmek parası kazandığı bir kazanç alanı olmuştu. Oradan pek çok insan ekmek parası kazanıyordu. Şimdiki Form’un olduğu eski “Yüzüncü Yıl Parkı”ndaki NATO çöplüğünden de nice insanların zengin olduğu bir vakıadır. Bu zenginliğe Maçka yolu üzerindeki çıkışta Hordokop (Kozağaç)’taki ABD mühimmat depoları da katkı sağlıyordu. Hafta sonu iznini kullanmak isteyen ABD askerleri şehir halkıyla bütünleşmek için özellikle sivil ve takım elbise giyinmeye özen gösteriyorlardı. Sahte insancıl tebessümleri ve imtiyazlı yaşamları nedeniyle pek çok insan sevmişti onları. İnsanların iliklerine kadar işleyen yoksulluğun karşısında yeşil ABD dolarının yarattığı bir cazibe dünyası olmuştu. Çayhanelerde, sinemalarda, dükkanlarda maddiyat gücüyle toplum tarafından büyülendiğimiz o günleri hatırlıyorum. ABD askerlerini hayranlıkla izliyor, gıpta ediyorduk. Daha sonra kemale ermeye başladığımızda binlerce ABD askerinin bir mehmetciğin tırnağı olmadığını “Kıbrıs Barış Harekatı”nda anlamaya başladık.

NATO askerlerinin bizi koruyan bir kuvvet olarak şehrimizde bulunduğu kanaatimiz her gecen gün şahit olduklarımızla erozyona uğramaya başladı. Korkunç bir canavar olarak gördüğümüz Rusların da aslında bizler gibi birer insan olduklarını gördük. İlerleyen yıllar onların da emperyalist ABD çakalından sadece tür farkı olan bir yaban ayısı olduğu gerçeğini kavradık. Okuduklarımız, dinlediklerimiz ve görüp tanıklıklık ettiğimiz bu iki devletin esasen elleri kanlı birer emperyalist vampir olduklarını, Türkün Türkten başka dostu olmadığını öğrendik.  Öğrenmesine öğrendik ancak  gençliğin beklemeye tahamülü olmadığından akıp gitti. Dolu dolu yaşadığımızı sandığımız bir ömür mum gibi yavaş yavaş yok olmaya yüz tutu.