Sabah saat 10… Dışarıda martılar bağırıyor, ocakta çaydanlık tıslıyor. Tam “bugün verimli bir gün olacak” diyorsun, eline kahveni alıp televizyonu açıyorsun… Ve o an karşına çıkıyor: Gündüz kuşağı programları…Artık senin için ne verim, ne huzur. Sadece sürükleyici dram ve sonsuz şaşkınlık!

Bir zamanlar sabah kuşakları ev hanımlarının fonda dinlediği tariflerle, örgü modelleriyle geçerdi. Şimdiyse… Bir DNA testi, bir kavga, üç kaçan damat ve yayın esnasında stüdyoyu terk eden kayınvalide" haberine kadar her şey var. Kısacası gündüz kuşağı artık sabah sakinliğinin değil, duygusal aksiyonun adıdır.

Program formülü oldukça basittir:

  • 1 adet etkileyici sunucu (hafif öfkeli ama sevecen),
  • 2 adet asla net konuşmayan tanık,
  • 1 adet sessiz ama her şeyi bilen kayınvalide,
  • Ve en az 4 sezona yetecek aile içi dram.

Üstüne bolca efekt, dramatik fon müziği, "az sonra" ile başlayan tehdit cümleleri eklenince tadından yenmez. Şöyle cümlelerle karşılaşırsınız:

"Şimdi sevgili seyirciler, bu fotoğraftaki adam Ayşe Teyze'nin 20 yıl önce kaybolan kocası olabilir mi?

Olmazsa bile biz yayına bağlayalım, çünkü bağlanmak reyting getirir.

Gündüz kuşağında “kaybolmak” ciddi bir meslek haline gelmiştir. Hele ki kaybolduğunuzda eşinizin kuzeniyle kaçtıysanız, stüdyoya bekleniyorsunuz. Çünkü bu programlarda hiçbir kayıp “sadece kayıp” değildir, hepsi birer dramın başrolüdür.

  • “Kaybolan eş aslında kendini kaybetmiş olabilir.”
  • “Evi terk eden damat yıllar sonra halasının komşusuyla ortaya çıktı.”
  • “Kadının kocası aslında ablasının eşiymiş ama kimse fark etmemiş.”

Bazen o kadar çok ilişki karmaşası olur ki izleyici olarak soy ağacı çizmeye başlarsın. “Şimdi bu kimin eski nişanlısıydı?” diye düşünürken stüdyoda sandalye devrilir, biri yayını terk eder.

Modern Zamanların falı, gündüz kuşağının vazgeçilmezi DNA testi… Artık her konuk Ttest sonucu gelsin de gerçek ortaya çıksın.” diyerek bekliyor. O an geldiğinde stüdyoda bir sessizlik olur. Sunucu elindeki kağıda bakar, ağırdan alır… Sonra bir anda bombayı patlatır:

"Bu çocuk… sizin değil!”


Ardından seyircilerden klasik tepkiler:

  • “Ayyyyy!”
  • “Ben demiştim!”
  • “Yazık çocuğa…”

Aile dizisini canlı yayında yazıyorlar!

Sunucu, programın kaptanıdır. Hem psikolog, hem savcı, hem de ara bulucudur. Gözlüklerini indirip bakınca, kim yalan söylüyor hemen anlarlar. Sadece bakışlarıyla stüdyoda düzen sağlarlar. Bazen ağlarlar, bazen sinirlenirler ama asla kontrolü kaybetmezler. Çünkü bilirler ki yayıncılık bir dram sanatıdır.

Meşhur replikleri:

  • "Bakın burada kim varmış!"
  • "Yayını terk etmeden önce bunu bir düşünün!"
  • "Bu ülke artık her şeyin farkında!"

Stüdyodaki seyirciler, programın gerçek yıldızlarıdır. Her olaya aynı anda hem şaşırır, hem de başını sallarlar. Ellerinde çay, yüreklerinde şok! Üstelik her konuda fikir sahibidirler. Konuk ağlayınca ağlarlar, kavga çıkınca kınarlar. Hatta bazen olaya doğrudan karışırlar:

“Ben o kadının yalan söylediğini ilk dakikadan anladım!”

Bu cümleyle kahraman ilan edilirler ve bir sonraki bölümde daha ön sıraya alınırlar.

Tabii ki her şokun bir molası olur. Ama bu molalarda bile huzur yoktur. Reklamlarda çıkan ürünler, yaşadığınız travmaya merhem gibidir:

  • “Şimdi bu gerginlikte bir ağrı kesici reklamı mı?”
  • “Evet, çünkü hem başınız ağrıyor hem kalbiniz.”

Ve program biterken sunucudan şu kapanış mesajı gelir:

“Yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz sevgili seyirciler. Unutmayın, her şeyin bir zamanı vardır… ama bizim yayınımızın süresi yok!”

Türkiye'de gündüz kuşağı bir program değil, bir kültürdür. Sabun köpüğü gibi görünür ama izleyeni derinlemesine etkiler. Drama dozu yüksektir, mizahı kaçınılmazdır. Bazen kahkahalarla, bazen de "bu kadar da olmaz!" diyerek izlenir. Ama her zaman merakla takip edilir.

Çünkü hepimiz içten içe şunu bilmek isteriz:

“Gerçekten de Ayşe Teyze’nin kocası bulundu mu?”

Ve sonra…

"Toplumca çözmemiz gereken onca sorun varken, biz ekran başında kimin kimi aldattığını öğrenmeye çalışarak medeni bir çöplüğe dönüşüyoruz."