Hayat, bazen hiç beklemediğimiz bir anda önümüze sınavlar çıkarır. Sevdiğimiz insanlar gider, güvendiğimiz kaleler yıkılır, sessizce içimizden “Ben bunu hak edecek ne yaptım?” diye geçiririz.
Oysa, hayatın bize fısıldadığı en büyük gerçek şudur: Her yaşadığımız, bize bir şey öğretmek için gelir.
İlişkiler, bu öğretmenlerin en güçlü olanıdır.
Bazen bir ilişki, bize sevginin sabırla yoğrulmuş hâlini gösterir; bazen de, en çok güvendiğimiz insanın bizi yaralayabileceğini öğretir. Bu, kalbimizin kırılması değil aslında; kalbimizin büyümesidir. Çünkü ancak kırılan bir kalp, kendi gücünü keşfetmeyi öğrenir.
Yaşadığımız hayal kırıklıkları, ihanetler ya da haksızlıklar, bize aslında tek bir şeyi hatırlatır:
Başkalarının bize davranışları, bizim değerimizi belirlemez.
Kimi zaman sevdiğimiz insan hatasını görmez, özür dilemez, hatta bizi suçlar. İşte o an, kalbimizde sessiz bir karar veririz: “Ben kendi hayatımın kahramanıyım.”
Bu yolculuk, sadece ilişkilerle sınırlı değildir. Kariyer seçimlerimiz, ailemizden aldığımız duygusal miraslar, kendimizle olan ilişkimiz… Hepsi bir bütünün parçalarıdır. Eğer sürekli benzer döngüler yaşıyorsak; aynı tip insanları hayatımıza çekiyorsak, aynı hayal kırıklıklarını tekrar tekrar deneyimliyorsak, bu, evrenin bize “Artık bu dersi gör” demesidir.
İşte burada, farkındalık devreye girer.
Gözlerimizi kendimize çevirdiğimizde, hayat değişir. Artık başkalarının eylemlerini kontrol edemeyeceğimizi ama kendi seçimlerimizi yönetebileceğimizi anlarız. Kalbimiz kırılmış olabilir; ama biz yine de kendi değerimizi onurlandırabiliriz.
Ve bir gün, dönüp baktığımızda şunu fark ederiz:
O acı, beni bugünkü güçlü hâlime taşıdı.