- Küreselleşme çabaları,
- Ulusal değerleri koruma çabaları.
Bu sorunların merkezinde öğretmenin yer aldığına dikkat çekilen konferansta, öğretmenlere bu iki karşıt istek arasındaki dengeyi eğitimle kurma sorumluluğu yüklenilmekteydi. Konferansta ayrıca, bütün dünyada eğitim sistemleri, milli kültürleri koruyarak evrensel değerlere sahip bireyler yetiştirirken, en büyük desteğin öğretmenlerden beklenildiğine vurgu yapılmıştı.
Bütün dünyada bir değişimin yaşandığını kabul etmekten başka çaremiz olmadığına inanmak zorundayız. Bundan dolayı dünyadaki “küreselleşme” olgusu inkâr edilemez. Küreselleşmeyi inkâr etmek, “güneşi balçıkla sıvamak” gibi boşuna bir gayrettir. Değişen bir dünyada değişimin lokomotifi öğretmenler olursa, küreselleşme olgusunu bilinçli bir gelişmeye çevirme imkânımız olabilir. Eğer öğretmenler bu olguyu görmezden gelir ya da inkâr ederlerse, küreselleşme yine hayatımızı etkilemeye devam eder, ama bu kez salt “değişim”, belki de “yabancılaşma” biçiminde kendini gösterir, ama “gelişme” biçimine gelmesi imkânsız olabilir. Eğitimin fonksiyonlarından biri de kültürün geliştirilmesidir. Kültürün geliştirilmesi, bilinçli öğretmenlerin eliyle olabilecek bir süreçtir. Eğitimin gerçek sahipleri olan öğretmenler, kültür geliştirme sürecine katkı yapamazlarsa, kültürün yabancı kültürlerin içinde yozlaşmaya yüz tutması kaçınılmazdır.
O halde, küreselleşme çabaları, özellikle öğretmenlerin bilinçli çabaları ile milli kültürü yozlaştırmadan, evrensel değerler olarak sosyal dokuya uyarlanabilir. Bu durumda eğitimin yozlaşması ya da kültürel yabancılaşmanın ortaya çıkması tehlikesi ortadan kalkacaktır. Küreselleşmeden korkmaya gerek yoktur. Atasözümüz, “Korkunun ecele faydası yoktur” demiyor mu? Yani küreselleşme olacaksa, siz istediğiniz kadar korkun, çare yok. O zaman korkmaya gerek yok, küreselleşmeyi yönetmeye talip olmak daha akılcı yol olacaktır.
Aynı zamanda kabul etmemiz gereken bir gerçek de, bütün milletlerin kendi ulusal değerlerini koruma reflekslerinin olduğu gerçeğidir. İstedikleri kadar küreselleşme gerçeğini önümüze koysunlar, bütün milletlerin olduğu gibi biz Türklerin de ulusal değerlerimizi koruma gibi bir çabamız olacaktır. Üstelik ulusal olunmadan, küresel değerleri benimsemenin imkânsız olduğunu biliyoruz. Ulusal olmak, “önce kendimiz olmak” anlamına gelir. Kendimiz olmadan, küreselleşen dünyanın değerlerini anlayıp yönetebilmemiz güç, hatta imkânsızdır.
O halde, kendimiz olmakla, küreselleşmeyi birbirinin zıddı olarak kabul etmenin doğru olmadığını kabul etmek zorundayız. Hiçbir aklı başında kimse, ulusal değerlerini yok sayıp, küreselleşme paradigmasına sığınamaz. Bir kişiye “ulusalcı mısın?”, “küreselci mi” gibi bir soru sormak, hiçbir şey sormamak anlamına gelir. Böyle bir soru olmaz! Her ikisi de olabilirim. Ya da hiç biri de olmayabilirim. Newtoncu anlayışı bırakıp, kuantumcu anlayışla olguları irdelemenin zamanı geçmek üzeredir. Hâlâ “ya o, ya bu” mantığı ile olay ve olguları değerlendiriyorsak, burada eğitim sisteminin yeterince işlevsel olmadığını söylemek mümkündür. Yani eğitim sistemi bu konuda da sınıfta kalmış gibi görünüyor.
Değişimin merkezinde eğitim, dolayısıyla okulların bulunması gerektiği halde, en az okulların ve öğretmenlerin değiştiğini görmek eğitim adına üzüntü verici bir durumdur. Öğretmenlerin merkezde olmadığı bir değişimin iyi yönetilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Öğretmenlerin yönetmediği değişimi, başkaları yönetmeye başlayacak ki, bu da değişimi “yozlaşma” biçimine sokacaktır.
Öğretmenlerin küreselleşme çabalarında insiyatifi elinde bulundurması, küreselleşmenin olası tahribatını önleyecektir. Öğretmenler aynı zamanda ulusal değerlerin korunmasının gerçek bekçileri olmakla yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini de başkalarına bırakmaları durumunda, ortaya eğitim adına vahim sonuçlar çıkabilecektir.
Öğretmen, dün olduğu gibi bugün de toplumun vazgeçilmez mühendisidir. Biz öğretmenlere düşen görev, bu insan mühendisliğini liyakatle yerine getirmek olmalıdır.