Birileri değişik gösterimler ile sözüm ona sahte vatanperverlik yaptıkları imajını ortaya koymaya çalışıyorlar. Milli günlere özel bir ayrıcalık gösterdikleri bir başka durum. Yani sözüm ona yurt ve vatan sevgisini herkesten çok taşıdıkları imajını sergiliyorlar. Ancak dikkatle bunları izliyor ve ne yapmaya çalıştıklarını görüyorum.

Örneğin Fatsa’da bir Rum köyünden bir paylaşım ile buralarda Rumlara ait bir iz bulunduğunu ispata çalışıyorlar: Ya Bölgemizde soykırım yapıldı demiyorlar da (En azından günümüzde) değişik gerekçelerle kendilerine göre bir şeyler üretmeye çalışıyorlar. Ve zamanın akışında bu yalanlarını tarihi gerçekler diye sahte not düşüyorlar. Aynı iştahla Trabzon’da da eylemlerini devam ettiriyorlar. Sözüm ona yaptıklarına tarihi kılıf da bulmuş durumdalar.

Bölgemizde (Doğu Karadeniz’de) Rum, Laz, Çerkez, Pontos…vb) illegal örgütlerden ustalıkla söz edilmiyor ancak internet saytlarında dikkat çekiliyor. Bunlara son yıllarda birkaç kişi daha ilave olmuş durumda. Halbuki söz konusu bu azınlıkların ardıcılları ilerisini görmek istememekte, yarın bu şer gayretlerinin kendilerini nereye götürüp çıkaracaklarından bihaberler. Bunlar kendileriyle tarafgir gördüklerini yere bastırmıyorlar. Ancak bölgede olmayan Rumca adlandırılan bir diyalektik materyal üzerinden yaygaraya devam ediyorlar. Defalarca yazdık ve söyledik söylemeye de devam edeceğiz. Bölgede Rumca adlandırılan bir dil hiç olmadı yani yoktur.

Bölgede Rumca adı verilen konuşma aksanını dil diye yutturmaya çalışmak abesle iştikaldir. Rumca diye adlandırılan yöresel anlaşma dili Rumca diye millete yutturulmaya çalışılıyor. Elbette ki bunlara inananlar bu süreci bilmiyorlar. Tonya köylüleri ya da Maçka, Sürmene köylüleri bir araya gelip övündükleri Rumca denilen diyalekti konuşmaya başlasa birbirlerini anlayamazlar. Bu gerçeği Tonya’da bir toplantıda dile getirdiğimde başım sıkıntıya girmişti. Yani bu konuşulan eski Kıpçak dilidir. Konu nedense araştırılmaya gerek görülmeden kolayına kaçarak bu aksana Rumca gömleği giydirilmektedir.

Bu arada açık şekilde görüldüğü gibi Karadenizde hakimiyet gemi taşımacılığında idi. Yunanlıların Onların Trabzon’daki varlıkları Venediklilerin verdikleri birkaç ev ve arazide yerleşirdiler. Mevcut sayısal rakamları da yok denecek kadar bir iki ev ve 5-6 kişi kadardı. Daha sonra ticaretin artış göstermesiyle gemiciliğe el attılar. 1398 yılında Yunan gemilerinin Trabzon’a gelmesi planlanıyordu (Karpov Trabzon Ticareti, s.85). Kutsi günlerde Türk büyükleri günün önemine binaen resimler yayınlamaktalar ancak bu resimlerin altını doldurmuyorlar. Sadece durumu adet yerini bulsun cinsinden bir uyanıklıkla doldurmaya çalışmaktalar. Amma biz biliyoruz ki “su uyur düşman uyumaz” denilen bir örnek atalar sözümüz vardır. Bunlar sözüm ona yerel tarihçi sıfatıyla durmadan bir şeyler karalarlar. Ancak bölgemizdeki Kıpçak izlerini yok etmeye güçleri yetmeyecektir.