Bazen sabah perdeleri aralayıp dışarı bakarız…

Gri bir hava görürüz, puslu bir manzara, içimizi sıkan bir dünya.
“Hayat böyle işte” der geçeriz.
Oysa çoğu zaman hayat değildir kirli olan

Arkasından baktığımız camdır kirli olan.

İnsanın dünyayı kendi gözünün rengine boyadığı sözü boşuna söylenmemiştir.
Aynı sokaktan geçen iki insan, bambaşka şeyler görür.
Biri bir çocuğun kahkahasını duyar, diğeri gürültüden şikâyet eder.
Biri bir ağacın yeşerdiğini fark eder, diğeri yaprağın düşüşüne takılır.
Çünkü mesele neye baktığımız değil, nasıl baktığımızdır.

Asıl zor olan şudur;
Bazen gördüğümüz fırtına gerçekten dışarıda değildir.
Ne insanlar bu kadar kötüdür,
Ne de dünya bu kadar zalimdir.
Bazen içimizde birikenler taşar, dışarıyı suçlamaya başlarız.
İçimizde çözemediğimiz düğümleri, başkalarının boğazına dolamaya çalışırız.

Kendi hatalarımızla yüzleşmek ağır gelir bize.
İnsanın kendine dürüst olması, en zor sınavıdır hayatta.
O yüzden çoğu zaman kaçmayı seçeriz.
Kendi kusurlarımızı görmemek için başkalarının kusurlarını görür ve bir o kadar da büyütürüz.
Kendimizle hesaplaşmak yerine karşımızdakini yani başkalarını yargılarız.
Ve farkında olmadan, en kolay yolu seçeriz:

Suçlamayı.

Oysa insanın en çok bağırdığı yerde, en derin sessizliği saklıdır.
En çok eleştirdiği şey, çoğu zaman kendi içindeki eksikliğin yankısıdır.
Birine “samimiyetsiz” diyenin içi samimiyetten uzaktır çoğu zaman.
Birine “nankör” diyen, kendi vefasızlığıyla yüzleşmekten kaçıyordur.
Birine “kötü” diyen, kendi karanlığıyla barışamamıştır henüz.

Biz çoğu zaman aynayı karşımıza değil, karşımızdakine yani başkalarına tutarız.
O ayna ne kadar uzaktaysa, yüzleşmek de o kadar kolaydır.
Ama gerçek yüzleşme, aynayı kendimize çevirdiğimizde başlar.
İşte o an can yakar.
Çünkü insan, kendi kusurunu başkasında görmekten çok daha zordur.

Bir camı silmek gibidir bu.
Kirli camı silerken önce toz kalkar, göz yanar, el kirlenir.
Ama sonra manzara yavaş yavaş netleşir.
İnsan da böyledir.
Kendi kalbini temizlemeye kalktığında, önce acısını hisseder.
Çünkü orada birikmiş kırgınlıklar, pişmanlıklar, korkular vardır.
Ama o acı, iyileşmenin habercisidir.

Bugün toplum olarak en çok unuttuğumuz şey budur bana göre.
Herkes konuşuyor, herkes yargılıyor, herkes biliyor…
Ama kimse durup “Ben nerede yanlış yapıyorum?” diye sormuyor.
Kendi içini temizlemeden, başkasının kirini sayıyoruz.
Kendi kalbini onarmadan, başkalarının hayatını düzeltmeye kalkıyoruz.

Oysa olgunluk, başkasının üzerindeki çamuru göstermek değildir.
Olgunluk, kendi üstündeki tozu fark edebilmektir.
Olgunluk, “Ben de hata yapabilirim” diyebilecek cesareti gösterebilmektir.
Olgunluk, başkasını suçlamadan önce kendine bakabilmektir.

Bir gün cesaret edip içimizdeki aynaya baktığımızda, acı bir gerçekle karşılaşırız belki;
Suçladığımız insanların çoğu, aslında bizim çözemediğimiz yanlarımızın yansımasıdır.
Bize batan ne varsa, içimizde bir yere dokunuyordur.

Unutmayalım…
Cam kirliyse manzara da kirli görünür, yoksa manzara kirli değildir.
Kalp bulanıksa insanlar da bulanık görünür.
Önce baktığımız pencereyi sonra içimizdeki sesi temizlemeliyiz.

Çünkü insan kendini arındırdıkça, dünyayı daha net görür.
Ve o zaman anlar;
Dünya değişmedi belki, ama bakış açısı değişince her şey değişiyor işte.