Türk Milleti, tarih boyunca zulme uğrayan hemen her millete yardım elini uzatmıştır. Topkapı Sarayı’nın kapılarından birinde ifade edildiği gibi, dedelerimiz “Yâ Valiyete Külli Mazlûm"  (Cümle mazlumların sığınağı) duygusuyla hareket etmiştir.

Bu hoşgörü politikasının tipik örneklerinden biri 1492 yılında yaşanmıştır. İspanyollar, Yahudileri memleketlerinden kovmuş, onlara karşı sert davranmaya başlamıştır. Bunun üzerine Yahudilere kucak açan ilk devlet Osmanlı İmparatorluğu olmuştur.

Gülnihal Bozkurt’un, “Osmanlı-Yahudi İlişkilerine Genel Bir Bakış” adlı çalışmasında verilen bilgilere göre; II. Beyazıd döneminde, 1492'de İspanyadan (Sephardims) ve 1497'de Portekiz'den kaçan yüzbinlerce Yahudi, Osmanlı topraklarına kabul edilerek uygun bölgelere yerleştirilmişlerdir. Yerel yöneticilere onların giriş ve yerleşmelerine karışılmaması, iyi karşılanmaları, tersine davrananların ölümle cezalandırılacakları dahi bildirilmiştir. Gelen Yahudiler İstanbul, Selanik, Edirne gibi şehirlere yerleştirildiler.

Birbirlerinden farklı kültürlere sahip çeşitli Yahudi guruplar yüzyıllarca Osmanlı hoşgörüsü ve koruması altında her türlü dinsel baskıdan uzak olarak yaşamışlardır. Yahudiler, Osmanlı Devletindeki diğer Hıristiyan guruplarla hak ve mükellefiyetler bakımından eşit tutulmuşlardır.

Osmanlı’nın kucak açtığı bir diğer millet ise Macarlar olmuştur. 1848 yılında bağımsızlık için Avusturya’ya karşı isyan eden Macar milliyetçilerine karşı büyük bir baskı ve cezalandırma süreci başlamıştır. İsyanın bastırılmasının ardından Ruslara güvenmeyen Macar ve Polonyalı mülteciler, kafileler halinde Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardır.

İlk mülteci kafilesi 23 Temmuz 1849’da Eflak’tan gelmiştir. Bu kafile 36’sı subay olmak üzere 1120 kişiden oluşmuştur. Daha sonra ilk Macar Cumhurbaşkanı olacak Lajos Koşuşta ve maiyeti de Osmanlı topraklarına iltica etmiştir. Gelen kafileler Keçecizade Fuat Paşa tarafından güvenli eyaletlere yerleştirilmiştir.

Osmanlı’ya karşı baskı yapan Avusturya ve Rusya hükümetleri, gelen mültecileri geri göndermesi yönünde Osmanlı yönetimine başvurmuştur. Osmanlı Devleti bu konuda büyük bir basiret göstermiş ve tüm zorlayıcı kararlara rağmen mültecileri iade etmemiştir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde mazlum milletlere uygulanan bu yaklaşım Cumhuriyet döneminde de kısmen devam etmiştir. Saddam Hüseyin’in kimyasal silah kullanmaya varacak kadar sert ve insanlık dışı tutumu karşısında büyük bir göç dalgası ortaya çıkmıştır. Bu göçlerde Türkiye, en önemli duraklardan biri olmuştur. Zira Saddam’ın zulmünden kaçan 300 bini aşkın Kürt, Türkiye sınırına gelmiş ve neticede Şırnak ve Hakkâri’ye yerleştirilmişlerdir.

Türk Milleti’nin hoşgörüsü günümüzde kan gölüne dönen Kudüs’te de hissedilmiştir. Zira 400 yıl boyunca Kudüs’ü ustalıkla yöneten Osmanlı Devleti’nin, bu bölgelerden tasfiye edilmesi burada görülen huzur atmosferini de bozmuş ve Ortadoğu’da barış, bir daha hiç yaşanmayacak şekilde buraları terk etmiştir.

Oysa Osmanlılar, Kudüs’e ayrıcalıkla yaklaşmıştır. Özel ve yetkili valiler aracılığıyla bölgeyi idare eden Osmanlılar, halkı inanç ve ibadetinde özgür bırakmış, kimsenin hayatına müdahale etmemiş, Hac döneminde en güzel hediyelerle donatılmış Surre Alayları gönderilerek Kudüs halkına dağıtılmış, barajlar, su kanalları ve çeşmeler yaptırılarak şehrin su ihtiyacı karşılanmıştır.

Bir zamanların dört başı mamur kenti Kudüs’ten bugünkü Kudüs’e baktığımızda Osmanlılar sonrasında çok şeylerin değiştiği anlaşılmaktadır. Zira bu coğrafyada yaşanan ve bilhassa Müslümanlara yönelik olarak uygulanan vahşet ve katliamları gördükçe, Osmanlı Devleti’nin büyüklüğü ve hoşgörüsüne bir kez daha hayranlık ve özlem duymaktayız.