Darbeyle iktidarı zorla ele geçirme hastalığı bizlere Osmanlıdan miras kalmıştır. İlk ve klasik örneklerini Yeniçeri ayaklanmalarında gördüğümüz isyanlar, zamanla yerini modern darbelere bırakmıştır.

Modern darbe denilince akla ilk olarak Kuleli Vakası gelmektedir. Sultan Abdülmecit’i hedef alan bu darbe girişimi önceden haber alındığı için başarılı olamamış yargılamalar neticesinde verilen ağır cezalar Sultan Abdülmecid tarafından müebbet kalebentliğe çevrilmiştir.

Kuleli Vakasının ardından 1876’da bu sefer Sultan Abdülaziz darbeyle tahttan indirilmiştir. Erkân-ı Erbaa (dörtlü muhalifler) olarak bilinen darbeciler Mithat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Şeyhülislam Hayrullah Efendi ve Sadrazam Rüştü Paşa’dan oluşuyordu.

Darbeciler, bir gece zorla Sultan Abdülaziz’i tahtan indirmişlerdir. V. Murat’ı tahta çıkaran cuntacılar elbette eski padişahı ortadan kaldırmadan rahat edemeyeceklerini bildiklerinden devrik sultanı intihar süsü vererek katletmişlerdir.

Bu başarılı darbenin ardından Sultan II. Abdülhamit döneminde kurulan Yıldız Mahkemeleri sayesinde darbenin ayrıntıları ortaya çıkarılmış ve cuntacılar adalet önünde hesap vermişlerdir.

Fakat artık gelenek halini alan darbe hastalığı bu sefer II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi olayında kendini göstermiştir. İttihat ve Terakki liderlerinin örgütlediği bu girişimle 33 yıllık Abdülhamit dönemi sona ermiştir.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Osmanlı’dan kalan bu zararlı alışkanlık varlığını muhafaza etmiştir. Cuntacıların ilk ve ciddi olarak ortaya çıktıkları olay 1950 gecesidir. 14 Mayıs akşamı Cumhurbaşkanı İnönü’ye darbe teklif eden cuntacılar, Cumhurbaşkanının sağduyulu tavrı sayesinde geri adım atmak zorunda kalmışlardır.

1954 yılına gelindiğinde Tuzla Piyade Okulu’nda öğrenim gören Orhan Kabibay ve Dündar Seyhan’ın kurduğu cuntalar zamanla silahlı kuvvetleri sarmış ve 27 Mayıs 1960 gecesi Demokrat Parti iktidarına karşı kanlı bir darbe yapılmıştır.

Başbakan Menderes, Dış İşleri Bakanı Zorlu ve Çalışma Bakanı Polatkan’ın idamı ile sonuçlanan 27 Mayıs darbesi, Türk siyasi hayatında bundan sonra cuntacıların yönetime hâkim olacağı bir süreci başlatmıştır.

27 Mayısın ardından birbirine giren darbeciler bu sefer 1961 seçimlerinin sonuçlarını kabullenmeyerek iki kez darbe girişiminde bulunmuşlardır. Başbakan İnönü’nün gayreti ile püskürtülen bu darbeler sonucunda Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir idam edilmiştir.

1971 yılına gelindiğinde bu sefer iktidarı istifaya zorlayan cuntacılar, olaylara iştirak ettikleri gerekçesiyle Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını darağacına yollamaktan çekinmemişlerdir.

12 Eylül 1980’de ise siyasi tarihimizin en önemli günlerinden biri yaşanmıştır. TSK içinde emir komuta zinciri takip edilerek yapılan bu darbenin etkileri uzun yıllar devam etmiştir. 1983’de Turgut Özal’ın iktidara

gelişine kadar devam eden bu süreçte farklı ideolojilerden birçok kişi idam edilmiş ve binlerce insan işkencelere maruz kalmıştır.

28 Şubat günü yine mevcut iktidara karşı yapılan bir hareket olarak tarihte yerini almıştır. Muhafazakâr kesimi hedef alan bu darbe neticesinde iktidar, zorla değiştirilmiştir.

15 Temmuza gelindiğinde ise ilk defa Türk halkı, daha önceki darbelerin aksine sokağa çıkmış ve demokrasisine sahip çıkmıştır. Buna ilave olarak TSK içinde ciddi bir grup da darbeye karşı tavır almıştır. Başta Birinci Ordu Komutanı olmak üzere birçok şerefli Türk subayı darbecilere karşı mücadele etmiştir.

Türk Milleti, en kötü demokratik rejimin en mükemmel askeri yönetimden daha iyi olduğu gerçeğini hatırlamış, tüm eksikliklerine rağmen demokratik rejimini ayakta tutmak için gerektiğinde tankların önüne yatarak direnmiş, kendini feda etmiştir.

Hain darbe girişiminin 9’ncu yılına girdiğimiz bu günlerde yaşananlardan gerekli derslerin çıkarıldığını ümit ediyor ve bu vesile ile 15 Temmuz şehitlerimizi rahmetle anıyorum.