Haber yazdım,  söyleşi yazdım. Kendi hazırladığım bir belgeselin metnini yazdım. Ufak çaplı şiir denemelerim de oldu. Fakat hiç köşe yazısı yazmamıştım. Ta ki geçen yıl Nisan ayına kadar.

İlk kez o zaman başladım haftada bir de olsa; düzenli köşe yazıları yazmaya!

Bir yıl olmuş…

Zihnimiz, gözlemlerimiz, algılarımızla, hepimiz hayatın okuyucularıyız aslında.

Hayat okulu diyorlar ya doğru valla!

Yaprakları olmayan bir kitabı, gün be gün okuyup duruyoruz.

Peki yazmak?

Yazmak, bu birikimi görünür kılma çabası…

Kolay mı?  Hiç değil!

Hele ne yazacağına,  hangi giriş cümlesi ile başlayacağına karar vermek...

Yüzyıllık Yalnızlık romanının yazarı Gabriel  Garcia Margues’in bu konuda bir tespiti var.

Diyor ki “ Tüm yaşamım boyunca oturup yazmaya başlamak kadar sıkıntılı bir şey yaşamadım”

Düzgün, okunur akıcı yazmak önemli elbette.

Hele edebiyat alanında!..

***

Kendi yazdıklarıma bakıyorum.

Deprem felaketi, çevre tahribatı bozuk mimari yapı, insan ilişkileri gibi konular var.

Fakat en çok Filistin’de yaşananlar!

Rahatsız edici, huzur kaçırıcı, o kadar çok şey oluyor ki!

Çözüm merciinde olanlar; nasıl rahat uyku uyuyor, anlayabilmiş değilim!

Yoksa ben de isterdim sadece çiçek böcekten söz etmeyi!

Baharda, mimoza ağaçlarını, uzun uzun tasvir etmeyi…

Neden daha çok mimoza ağacı yok diye şikayetlenmeyi!

Yaz gelince de ortancalara sarmayı!

Ne şahane çiçekler olduklarını,  uzun uzun anlatmayı…

Yaza daha var ama bahsi geçmişken sorayım.

Trabzon neden bir ortanca çiçeği şehri değildir?

Ortahisar’ı var; Orta mahallesi var, hatırı sayılır miktarda ortanca da var.

İklime uygunluk desen o da var!

İlgisiz buldum demeyin lütfen!

Yomra’nın elma sembolü ile anıldığı yerde, Trabzon neden ortanca ile anılmasın?  Hayli hayli ortanca ile anılabilir!

***

Ne güzel olurdu değil mi?

Bütün derdimiz, bu türden tartışmalar olsaydı!

Ah güzel Trabzon!

Keşke  böyle bir çarpık yapılaşmaya maruz kalmasaydın!

Keşke bağrından saçma sapan viyadükler geçmeseydi.

Yemyeşil tabiat örtünle, denizinle, kendine has mimarinle, daha görünür olsaydın!

Denizle ilişkin  böyle kesilmeseydi!

Bir eksiğimiz, ortanca ve mimozalarımız olsaydı!

Sahi nereden geldik buraya?

Yazıdan, yazma serüveninden değil mi?..