Şehirlere yaşamsal işlev kazandıran alt yapılarıdır. Bu nedenle şehirlerin altyapıları ne kadar sağlam ve ileriye dönük olarak inşa edilir ise şehirlerde o kadar daha uzun soluklu rahat nefes alma olasılığı vardır.  Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde (örn. Almanya’da) alt yapı çalışmalarında  elli- yüz yıl arasında bir garanti verilir. Bu nedenle devlet asla zarara uğramaz. Vatandaş sorun yaşamaz. Emek boşa gitmez.

Altmış yıldır bu şehirde yaşamakta olan bir vatandaş olarak “yık, yap” kültüründen asla vazgeçemediğimize tanıklık yapmaktayım. Her iki yılda bir şehrin yolları, kanalizasyonları, su şebekeleri… vb. değiştirilir mi? Neden Avrupa’da yüz yılda bir bu tür değişim söz konusu iken bizde iki-üç yılda altyapı değiştiriliyor?

Şehir resmen köstebek yuvasına döndü. Her köşe başında bir çalışma var. Kanalizasyon çalışması biter bitmez devreye doğalgaz şebekesi giriyor. “Kapat, aç” felsefesi pahaya otursa da nasılsa devlet ceremeyi çekiyor mu diyeceğiz? Benzer durum tarihi yapıların restorasyonlarında yaşanıyor. Çevir tarihi binaların etrafını. Rötuş et dış cepheleri, kırık kiremitleri değiştir oldu yenileme. Bildiğim kadarıyla böylesi tarihi önem arz eden mekanların restorasyonu arkeologlar ve mimarlar gözetiminde yapılmalıdır. Böyle olup olmadığını bilmiyoruz, ancak görsel sunum mühendislik nefesini yansıtmıyor.

Defalarca söyledik, yazdık-bozduk “kara taş ustası ile restorasyon yapılmaz”. Ancak restorasyonların uzman kişiler gözetiminde yapılıyor gibi bir sergileme var. Tarihi binalarda yapılan restorasyonlarda binaların tarihi dokuları değiştiriliyor. Bu kültürel bir cinayettir.

Elbette ki zaman zaman altyapıya tarihi mekanlara müdahalede bulunmak bir zorunluluktur. Ancak bu müdahale yapılırken yaşamın devam etmekte olduğu da unutulmamalı. İkaz ya da yönlendirme tabelaları konmalı. Trafik ile alakalı yeterli bilgilendirmeler yapılmalı. Yoksa kimsenin altyapı çalışmalarına bir şey dediği yoktur.  Bu çalışmalar zamana yayılmamalı, hızlı şekilde tamamlanmalı.