Osmanlı İmparatorluğu 19’ncu yüzyılda büyük ve kanlı isyanlarla uğraşmak durumunda kalmıştır. Türkleri Avrupa’dan atma içgüdüsüyle hareket eden emperyalistler bu uğurda Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunan azınlıkları kışkırtmaktan çekinmemişlerdir.

Avrupalı emperyalist devletlerin bu uğurda ilk ve en büyük desteği Yunanistan’a verdiği görülmektedir. Modern Avrupa kültürünün temelinin Yunan demokrasisine dayandığını iddia eden emperyalistler, Yunanistan’ı sözüm ona “Türklerin Zulmünden” kurtarmak için her türlü adımı atmışlardır.

Esasen Yüzyıllarca Osmanlı toplumu içinde imtiyazlı bir konumu muhafaza etmiş olan Yunan/Rum reayanın Osmanlı Devleti'ne karşı başarı elde etmesi mümkün olamazdı. İşte bu noktada dış destek devreye girmiş, başta Rusya olmak üzere Batılı devletlerin Osmanlı Devleti'nde yaşayan gayrimüslim unsurları tahrik etmesiyle Yunan İsyanı başlamıştır.

Megali İdea (Büyük Yunanistan) parolasıyla harekete geçen Yunan isyancılar arkalarına kilisenin desteğini de almışlardı. Bu arada isyanın en önemli siması Filik-i Eterya Cemiyeti’nin Reisi Aleksandro İpsilanti’dir.

İsyan için Mora Adası’na çıkan İpsilanti ve kardeşleri adada yaşayan Rumları kışkırtmaya başlamıştır. Öte yandan Mora’da, isyanı durduracak yeterli askeri güç bulunmuyordu.

Musa Gürbüz ve Mustafa Turan’ın Mora İsyanı ile ilgili kaleme aldığı çalışmada verdiği bilgilere bakılırsa Mora Adası’nda savunmasız Türklerin durumu çok vahimdi. Zira 21 Martta başlayan isyan Nisan ayına gelindiğinde bütün adaya yayılmıştı.

İsyancılar, yakaladıkları bütün Türkleri kıyımdan geçirmeye girişmişlerdir. Bir şarkının “Hiçbir Türk kalmayacak; ne Mora'da ne dünyada” sözleri, ağızdan ağza dolaşarak bir toptan yok etme savaşının başladığını ilan ediyordu.

Mora’da başlayan isyan, Türk ve Müslümanlara karşı katliam ve soykırıma dönüşmüştü. İşin daha da vahimi savunmasız Müslümanlara yapılan katliam, batı kamuoyunun da dikkatini çekmişti. Mesela İngiliz yazar William St. Clair'a göre “Grekler arasındaki bu vahşice öç alma iştiyakı, çok geçmeden katletme zevkine dönüşüyordu”, başka bir İngiliz yazar Davit Howarth da “Grekler, bu cinayetleri işlerken herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine kapıldıkları için öldürüyorlardı” ifadelerini kullanarak, yapılan katliamı onaylıyorlardı.

İsyanın sonunda ortaya çıkan rakamlar korkunçtu. Zira Mora'da 35.000 Türk, Arnavut, Musevi ve katledilmiş, Tripoliçe’de 5 Ekim 1821'de yapılan ve iki gün süren kırım sonunda 10.000 kişi öldürülmüştür. Çoğunun kafaları kesilerek vücutları parçalanmıştı.

Yunan İsyanını bastırmak üzere adaya gelen Osmanlı Donanması ise Navarin açıklarında hiçbir sebep yokken ateşe verilmişti. Osmanlı Devleti ile bir savaş hali olmamasına rağmen mâruz kalınan bu baskında 6000 denizcisini ve donanmasını kaybetti. Osmanlı tarihinde “Navarin Faciası” diye geçen bu haksız tavır karşısında Osmanlılar tazminat talep ettiyse de bir sonuç alınamamıştır.

Sonuçta Mora İsyanı ile başlayan ve Osmanlı Donanmasının yok edilmesiyle neticelenen süreç Yunanların lehine dönüştü. Osmanlılar 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nı kaybederek aynı yıl Rusya'yla imzaladıkları Edirne Antlaşması'yla Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kalmıştır.

Mora İsyanı ve Tripoliçe vahşeti gibi tarihte yaşanan bu büyük katliamlar maalesef tarih kitaplarında küçük bir paragraf anlatılarak geçiştirilmektedir. Oysa yüzbinlerce masum Müslüman’ın yok edildiği bu ve bunun gibi vakalar gelecek nesillere tafsilatlı bir şekilde anlatılmalı ve bu gibi olaylardan gerekli derslerin çıkarılması sağlanmalıdır.