Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden Martılar konuyor omuzlarıma Gözlerin İstanbul oluyor birden
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen
…
Şiirlerini eleştirenler oldu…
Siyasi yolculuğunu da…
“Ölünün arkasından kötü konuşulmaz” diyerek çok ağır sayılabilecek sözleri köşeme taşımak istemem. Fakat belli ki bir süre daha bu kazan kaynayacak.
1980’lerden başlayarak Yavuz Bülent Bakiler’deki değişimi görebiliriz.
Özellikle Cumhuriyet’le ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili görüşlerini saklamak istemez, ekranlarla köşelerde dile getirmeye devam eder.
Sonunda ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamaz şair.
Gittiği yere yeterince kök salamaz, eski dostları arasında da kendine fazla yer bulamaz.
İşte bu yüzden sosyal medyada, edebiyat yolculuklarında uzunca bir süre daha konuşulacağa benziyor.
***
Şiirlerini severdim, sohbeti insanın içine işlerdi.
Fakat ne olduysa o savrulma sonrası oldu.
Kimden, nasıl etkilendiyse etkilendi.
Söylediklerine inanamadım, inanmak istemedim.
Daha önce yine bu köşede “Şaire Küsmek” diye bir yazı yazmıştım.
Yahya Kemal Beyatlı’yı anlatmıştım.
Bu kez de yine bir şair…
Tek farkı; Yahya Kemal’e küstüğümden haberi yoktu, Yavuz Bülent’in ise var.
***
Köşe yazımı hazırlarken İstanbul’un fethi üzerine yazdığı şiir geldi aklıma…
Şiiri, Arif Nihat Asya’ya göstermesi ve özellikle “at üstünde üç yeniçeri” eleştirisi…
Sonra “yumruklarımla dövüşeceğim” diyen ‘Antepli Şahin’in birazdan tetiği çekmesi…
Eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in, Bahtiyar Vahapzade’den naklettiğine bakılırsa…
“Yavuz eyi uşaq fegat şair değüldür” sözü de yenilir yutulur değil.
***
Şiirlerine, şarkılarına yabancı olmadığımız…
Oyunlarını izlediğimiz, romanlarını okuduğumuz sanatçılara “küsme” hakkımızı hep saklı tuttuk.
Nasıl ki Yahya Kemal, Galata Köprüsü üzerindeki Celile Hanımı görmemiş, görmezden gelmiş…
Ve hızla uzaklaşırken oradan, gönlümüzden de uzaklaşmıştı.
Sanki Yavuz Bülent de öyle oldu, onca eserle en güzel köşelere kurulan şair, estirdiği rüzgarla daha ötelere savruldu.
***
Bir arkadaşım aradı: “Üstadımız yanımda, belki şiirden konuşursunuz, kitaplarından…”
Kısa bir sessizliğin ardından “veriyorum” dedi.
“Şiirlerinden birini okusam mı okumasam mı” arasında gidip geldim. Fakat ben de içten içe küskün hissediyordum kendimi…
“Durduk yerde bu değişim de niye?”
Hastaydı ama sesi iyi geliyordu. Hâl hatır faslından sonra sitem dolu sözlerin sırası gelmişti.
İyi de koca şaire hemen öyle pat diye de söyleyemezdim.
Kırk dereden su getirdikten sonra “sizi seven bir okurunuz olarak küskünüm” diyebildim.
Şaşkınlığını anlayabiliyordum, belki de beklemiyordu.
Öyle okkalı sözler söylemek ne haddime!
Bir sessizlik oldu, acaba daha önce benzerlerini yaşamış mıydı?
“Bu sıralar sıklıkla duymaya başladığım için alıştım” dedi.
Küsme derecesindeki eleştirimi almış kabul etmişti demek…
Ya da bana öyle gelmişti.
Biraz rahatlamıştım, Türkçe bilenlerin sevgisine mazhar olmuş, onca esere imza atmış dev bir şairdi nihayetinde… Birkaç kez niyetlensem de “keşke yalnız şiirle uğraşsaydınız” diyemedim.
Bir seveni olarak yaşarken “küskünüm” dediğim için kendimi şanslı hissediyordum.
***
Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan
Alın bu gözleri benden, alın bu yüreği artık
Utanıyorum yaşamaktan
Büyük Usta…
Küskünlüğümüzü anlamış olduğunuza inanmak istiyorum.
Bizlere Türkiye’yi sevdiren en güçlü kalemlerden biriydin çünkü.
Şimdi sen, çocukluğunun geçtiği Sivas’tasın…
Vasiyetin üzerine rahmetli annenle babanın yanındasın.
Ne demiştin?
Gel bırakma sokaklarda böyle yapayalnız beni
İstanbul bu kadar güzelken
Aynı şeyi söylemeye çalıştık kırık dökük Türkçemizle…
“Gel, bırakma bizi sensiz”
Belli ki dinletemedik.
Her şeye rağmen emeğin çoktur üstümüzde…
Öğrettiklerin, şüphesiz bir kelimeden fazlasıdır.
Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.