Bir çocuğun sosyal medyada maruz kaldığı zorbalık, bir gencin sahte bir yaşamın baskısı altında ezilmesi, algoritmaların çocukların zihinlerinde açtığı görünmez yaralar ile ilgili her gün yeni bir haber düşüyor ekranlarımıza. Ve bütün bunların ortasında giderek büyüyen bir tartışma: “Sosyal medya yasaklanmalı mı?”

Bugün bu tartışma sadece diğer ülkelerde değil, aynı zamanda bizim memleketimizde de gerçekleşecek bir ihtimal olarak konuşuluyor. Çünkü Avustralya, dünyada bir ilke imza atarak 10 Aralık 2025 itibarıyla;”16 yaş altındaki çocukların sosyal medya kullanımını yasaklayan düzenlemeyi yürürlüğe koydu.”

Türkiye’de de benzer konular gündemde…Son olarak; bu konuda Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile birlikte çalışmalarını sürdüren Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, çocukların sosyal medya kullanımını sınırlamaya yönelik bir düzenleme tasarısı üzerinde çalışılıyor; önerilen yaş sınırı “15 yaş altı” olarak belirtiliyor.

Peki neden? Çünkü Türkiye’de çocuklar çok yoğun şekilde dijital dünyanın içindeler. Yapılan araştırmalarda: 2024 verilerine göre, 6–10 yaş aralığındaki çocukların %53,5’i, 11–15 yaş aralığındaki çocukların ise %79’u sosyal medya kullanıyor. Dahası, sosyal medya kullanan çocukların önemli bir kısmı, özellikle 11–15 yaş grubunda, günlük ya da haftalık olarak uzun süreler geçiriyorlar.

Bu tablo; “toplumsal boyutta bir uyarı ışığıdır, sadece bireysel bir tercih değildir.” Çünkü bugünün çocukları, henüz ergenlik döneminin karmaşasında, kendi kimliklerini ararken, beğeni sayılarıyla ölçülen bir değer sisteminin içine atılıyor. “Kim gördü, kim beğendi” algısı, çocukların ruhsal dünyasında kalıcı izler bırakabiliyor.

Tıpkı Avustralya’da olduğu gibi, Türkiye’de bu yasa getirilirse; belki gençlerin dijital kimlikleriyle kurduğu bağları koparabilir, ancak onları dijital âlemin zararlarından korumaya yönelik güçlü bir adım olacaktır.

Aslında yasağın kendisi değil, yasağın arkasındaki bilinç ve koruma yaklaşımı değerli. Çünkü bu yasa; çocukların güvenli büyüme hakkı, dijital psikolojiye karşı koruma, sosyal sorumluluk demektir. Ve bu yasa ülkemizde toplum tarafından desteklenmelidir.

Elbette “yasak” tek başına çözüm değil. Çünkü çocuklarımız dijital çağda doğdular; dünyayla iletişimleri, arkadaş ilişkileri, eğitimleri, hatta kimlik oluşumları farklı. Bu mecralardan tamamen uzak kalmak belki mümkün değil.

O halde asıl mesele ekranı kapatmak değil, aksine çocuğun iç dünyasını açmaktır.

Algoritmayı sınırlamak değil, çocuğa öz değerini öğretmektir.

Dijital kalabalığı azaltmak değil, gerçek hayatı çoğaltmaktır.

Türkiye’de bu tartışma şimdi bir eşiğe gelmiş olabilir. Belki yakın zamanda hemen yasalarla olmasa bile; toplumsal bilinçle, ebeveyn farkındalığıyla, eğitim sistemiyle de bu konuda adımlar atılır. Çünkü mesele yalnızca bir uygulamanın özgürlüğü ya da erişimi değil. Mesele, çocuklarımızın ruh sağlığı, geleceğimizin güvenliği meselesi…

Belki de en gerçekçi çözüm, yasaklamakla özgür bırakmak arasında bir yerde: Sağlıklı sınırlar, bilinçlendirilmiş ebeveynler, şeffaf platform sorumluluğu ve çocukların gelişimini gözeten politikalar…

Unutmamalıyız ki bu mesele bir “özgürlük” tartışması değil. Bu, henüz kendi kararlarını bile tam veremeyen çocuklarımızın korunma hakkı meselesi. Sosyal medyayı tartışıyoruz gibi görünüyoruz ama aslında tartıştığımız şey, geleceğimizin ne kadar sağlıklı olacağıdır.

Belki de asıl soruyu şöyle sormalıyız:

Bir uygulamanın özgürlüğü mü daha önemli, yoksa bir çocuğun geleceği mi?