Bakıyorum da İstanbul takımlarının statlarında boş loca, boş forma yok... Fenerbahçe’si, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı... Elma gibi, armut gibi satıyorlar ürünlerini. Store’ları tıklım tıklım, localarına girebilmek için sıraya giriliyor neredeyse...
Peki ya biz?
Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’ni aratmayan futboluna, Avrupa’da açtığı bayrağa rağmen hâlâ boş localar, hâlâ atıl kalmış alanlar var Akyazı’da.
8 protokol, 13 kale arkası locası hâlâ bomboş...
Yahu bu takım daha ne yapsın?
E peki nerede bu memleketin zenginleri?
Nerede Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış, Avrupa’da marka olmuş Trabzonlu iş insanları?
Yurt dışında yatlara binen, holdinglerde poz veren hemşerilerim, sözüm size:
Şimdi destek zamanı!
Şimdi ‘Ben Trabzonluyum’ demenin bedelini ödeme zamanı!
Stadı doldurmayacaksın…
Loca almayacaksın…
Store’a uğramayacaksın…
Sonra da çıkıp “Neden şampiyon olamıyoruz, neden Avrupa’ya gidemiyoruz?” diye veryansın edeceksin…
Yok öyle yağma!
Önce elini taşın altına koyacaksın.
Takımına tribünden omuz vereceksin.
Locaları dolduracaksın, formayı alacaksın.
Çünkü başarı sadece 11 kişinin sırtına yüklenmez, bu iş yürek işidir, destek işidir! Yönetime, teknik heyete, futbolcuya hesap mı soracaksın? İlk önce kendi sorumluluğunu yerine getir.
Üç kuruşla beş köfte yok bu dünyada. Sen taşın altına elini koymadan, kimse seni omuzlara almaz! Trabzonspor bugün ligde dimdik duruyorsa, bu emeğin karşılığı verilmeli. O boş localar dolmalı, store’lar bayram yerine dönmeli. Yoksa sadece ekrandan izler, sadece kahvede konuşur, sadece sosyal medyada eleştirirsiniz. Unutmayın…Destek olmadan başarı, sadece hayaldir. Ve hayaller destek bekler…
Haydi beyler!
Pamuk eller cebe!
Şimdi Trabzonspor’a borç ödeme zamanı…
KENDİ ŞEHRİNİN SESİ SUSARSA
Bir zamanlar İstanbul, Trabzon’dan haber alırdı. O kentin gazetecisi, o şehrin nabzını tutar, kalemiyle Trabzonspor’un damarlarında dolaşırdı. Bir transfer haberi, bir kulüp açıklaması ya da bir iddia… Önce Trabzon’dan çıkardı. O kadar güçlüydü bu şehir, o kadar canlıydı basını. Sonra bir şeyler değişti. Zamanla haberin yönü tersine döndü. Artık haber Trabzon’da değil, İstanbul’da yazılıyor. Trabzon basını ise bekliyor… Bekliyor ki İstanbul yazsın, sonra “biz de verelim” desin. Oysa bir zamanlar onlar beklerdi bizi. Bugün bir bakıyorsunuz, Trabzonspor’un en kritik gelişmesi ilk kez İstanbul medyasının manşetinde. Bir röportaj, bir kulüp içi haber, bir transfer söylentisi...
Hepsi önce orada çıkıyor, sonra Trabzon’da yankı buluyor. Peki bu tablo normal mi? Bu kadar köklü bir camianın kendi şehrinde sessiz kalması, Trabzon’un ruhuna yakışıyor mu? Kelimeler elimizden kaydı gitti, kalemimiz elimizden alındı. Bir şehir sustu, bir camia sessizliğe mahkûm edildi. Ve en acısı, bu sessizliği kimse fark etmiyor. Trabzonspor’un sesi, Trabzon olmalı! Bu kulübün nabzı, İstanbul'dan değil, Boztepe’den atmalı. Ama tablo başka… Sanki Trabzonspor’un haberini bile İstanbul’un onayına sunuyoruz. Sanki “onlar versin, biz takip edelim” anlayışı yerleşmiş. Oysa Trabzon basını, sadece haber veren değil, yön veren bir basındı. Tribünleri ateşleyen, yönetime mesaj yollayan, futbolcuya ayna tutan bir güçtü. Buna artık bir “dur” demek lazım! Çünkü bu sadece bir haber meselesi değil; Bu bir onur meselesi, bir kimlik meselesi, bir şehrin karakteri meselesi. Trabzonspor’un kaderi Trabzon’da yazılmalı. Kendi kulübünün hikâyesine başka şehirler nokta koymamalı. Eğer Trabzonspor kendi şehrinde susarsa, O sessizlik sadece gazetelerde değil, tribünlerde de yankılanır. Bir gün gelir, o meşhur Karadeniz rüzgârı bile susar. O zaman ne yazık ki; Trabzon sadece bir şehir olur… Ama ruhunu kaybetmiş bir şehir.
GENÇ YÜREKLERE VİZE ENGELİYSE O TURNUVAYI YAKIN GİTSİN!
Trabzonspor’un yüreği büyük, yaşı küçük evlatları... Geçen yıl Avrupa’nın devleriyle oynayıp, Barcelona ile finalde buluşan; Avrupa’yı kendine hayran bırakan Trabzonspor U19 takımı bu yıl da hayallerinin peşinden koşmak istiyor. Ama neyle karşılaşıyorlar, biliyor musunuz? Bir devletin, genç bir futbol takımına reva gördüğü akıl almaz bürokratik işkenceyle!
Ekim ayının serinliğinde, yürekleri ateş gibi yanan bu çocuklar; Avrupa hayali için Helsinki yollarına düşmeye çalışıyor. Ama Finlandiya hükümeti, bu çocuklara sanki sporcu değil, eziyet yapıyor! Ne pasaport kolaylığı, ne toplu işlem... Yedişer kişilik gruplara bölünmüş bir futbol takımı...
Sabah Ankara’ya uçakla gidip, akşam geri dönüyorlar. Düşünebiliyor musunuz bunu? Saha çalışmaları aksıyor, moral yerle bir, planlama yerle yeksan... Sahi, Türkiye Futbol Federasyonu bu arada ne yapıyor? O makam koltuklarında oturmak için mi, yoksa gençliğe omuz olmak için mi varsınız?
Sayın yetkililer, bu çocuklar sadece Trabzonspor’un değil, Türkiye’nin yüz akı! Geçen sene Avrupa’da final oynamış bir Türk takımı neden bu kadar yalnız bırakılır? Eğer adalet buysa, o kupaları alıp evimize koymanın bir anlamı yok. Eğer spora destek buysa, o zaman “geleceğimiz gençlerdir” demeyin bir daha.
Bu çocuklar ülkemizi temsil ediyor. Hem de alnı açık, bileği güçlü, yüreği tertemiz bir şekilde! Bir de şunu sorun kendinize: Finlandiya bu zorluğu herhangi bir Avrupa takımına çıkarabilir miydi? İsmini duyunca diz çöktükleri kulüplerin çocuklarına aynı engeller konur muydu?
Hayır, konulmazdı! Çünkü onların federasyonları, çocuklarının arkasında durur. Çünkü onların devletleri, gençlerine sahip çıkar. Biz ne yapıyoruz? Bir vize işlemini bile beceremiyoruz. Üstelik sessiz kalıyoruz. Bunun adı ayıptır. Bunun adı sahipsizliktir. Ve en acısı, bunun adı unutulmuşluktur... Ama Trabzonspor U19 unutmaz! Bu ülkenin futbol hafızası unutmaz! O çocukların bu ülkeye yaşattığı gururu, Avrupa’da yere göğe sığdırılamayan o başarıyı unutmaz! Finlandiya, sporun ruhunu kirletmiştir. Ama en büyük utanç bizimdir. Çünkü buna sessiz kaldık!
Bugün UEFA Gençlik Ligi’nde bir takımı değil, bir onuru temsil ediyoruz.
O onur gümrük kapılarında harcanıyorsa, o turnuvayı yakın gitsin!
Ama unutmayın… Yanan sadece bir turnuva değil, geleceğimiz olur!
TRABZON’U YAŞAYAN ADAM OKAY
Bazı futbolcular bir takıma gelir, forma giyer, görevini yapar… Bazılarıysa gelir ve o şehrin insanı olur. Okay öyleydi. Trabzon’a geldiği gün, sanki yıllardır bu topraklarda nefes alıyordu. Yağmuru severdi, denizin kokusunu bilirdi, sessizliğin içindeki inadı tanırdı.
Belki de bu yüzden Trabzonspor forması ona hiç yabancı durmadı. O, Trabzon’u oynamadı… Trabzon’u yaşadı. Tribünün kalbinde, sokağın çay ocağında, yüreğin tam ortasında iz bıraktı. Ve bugün, geriye dönüp baktığımızda, bir futbolcudan çok daha fazlasını görüyoruz: Bir şehirle aynı duyguda atan bir yürek Okay.
KALPLERE DOKUNAN VALİ
Bir şehir düşünün...
Sabah ezanıyla uyanan, çocuk sesleriyle nefes alan, yaşlıların gölgesinde serinleyen bir şehir. Ve o şehrin sokaklarında, makam aracıyla değil, yürek arabasıyla dolaşan bir vali...
Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu’dan bahsediyorum.
Evet, o vali... Mahalle arasında top oynayan çocukların arasına karışan, kalede duran minik yüreğe “Sen kaleci misin?” diye sorup, “Evet” cevabını alınca, “O zaman haydi koş, sen git oyna, ben geçerim kaleye” diyen adamdan...
Bir vali, ancak bu kadar insan olabilir.
Ancak bu kadar sokak kokar, ancak bu kadar halkla yoğrulur.
Bizim özlediğimiz vali profili bu işte.
Çocuğa çocuk gibi, büyüğe büyük gibi yaklaşan...
Devletin sıcak yüzü, milletin vicdanıyla buluşan bir duruş...
Çünkü bu halk, makamdan çok merhameti hatırlar.
Bu millet, protokolde dizilen cümlelerden değil, diz çöken bir yüreğin samimiyetinden etkilenir.
Hamza Aydoğdu bunu yapıyor.
Makamlardan konuşmuyor, halkın gözünün içine bakıyor.
Bir çocuğun gözyaşı kadar dert edinmiş kendine bu şehri.
Anlatılmaz aslında...
Bir annenin gözyaşında, bir çocuğun gülüşünde, bir dedenin duasında saklı onun hikâyesi.
O yüzden tüm Türkiye’de gönüllere kazındı ismi.
Çünkü o, sadece bir vali değil...
O, halkın içinden çıkan, halkla birlikte yürüyen bir yürek.
Her ile bir Hamza Aydoğdu gerek...
Sokakta yürüyen, okul bahçesinde oturan, çarşıda esnafla çay içen...
Çocukların adını bilen, yaşlıların elini tutan, yoksulun derdine derman olan bir anlayış... Vali bey, sadece Erzincan’ın değil, tüm Türkiye’nin gönlünde yer aldı. Helal olsun size Sayın Valim... Kaleye değil, kalplere geçtiniz.
Ve orada kalmayı da başardınız.