“Akıl alacak gibi değil” diyeceğim ama o bile yeterli olmaz! “Aklımızı başımıza toplamamız lazım” dersem, biraz daha işe yarar! Yaraması da lazım… Öyle bir değer ki, tam bir Dünya Ürünü.
Öyle bir kazanç kapısı ki, tek başına son çeyrek asrın ortalaması ile yılda 2 milyar doların üzerinde tek kuruş ithal girdisi olmadan döviz kazandıran bir ürün…
500 bine yakın ailesinin geçim kaynağı…(idi!)
Üretim ve ticaretinde dünya lideri olduğumuz bir ürün…
Ama 30-40 yıl önce yüzde üretimin yüzde 85’ine sahip idik, şimdi yüzde 70’in altında düştü ve düşmeye devam ediyor.
Anca ne hazindir ki, üretimden ticaretine kadar sürdürülebilirliğini bir türlü temin edemediğimiz bir ürün de aynı zamanda…
Bizim sürdüremeyince başkalarının da sahne almaya başladığı bir ürün…

Başkaları sahne alırken, bizde üretimi bir kenara koyup, sadece fiyat üzerinden sahne alındığı, dem vurulduğu, yetmezmiş gibi tüm bunların “OYUN” olarak adlandırıldığı da bir ürün…
Ama ne hazin, ne acıdır ki, bu ürünü tiyatro eseri sanıp, “FINDIKTA OYUN” dan dem vurmaktan başka söylem ve eylemleri bulunmayanlar, işi daha da büyütüp, işi “FINDIKTA SAVAŞ” başlığı attırmaya kadar taşıdılar.
Gelin bunlara, yani bahçede izi değil, sadece sözü olanlara, bundan sonraki söylemleri için yardımcı olup, öneride bulunalım!
“FINDIKTA SAVAŞ OYUNU” adlı bir senaryo yazıp, ister tiyatro da sahnelesinler, isterlerse televizyon dizisi yapsınlar!
Zaten şu sıralar Karadeniz dizileri bayağı ilgi görüyor.
Karadeniz’in incisi de fındık olduğuna göre, iyi iş yapar, reyting rekorları da kırar!
*
O iflah olmaz şekilde (!) yine fındıktan dem vurduk.
“Fındık aldı-almadı, fiyat verdi-vermedi” diye bir yerleri sırf kendilerinin ismi basında yer alsın diye konu edinenlere, hatta meydan okuyanlara bir çağrımız var:
Siz TMO’ya, yani adına alım yaptığı devlete, “Fındığı 400 liradan alacaksın. Yoksa savaş oyununa seni konu ederiz.” desinler bakayım!
İRAN’IN 100 YILI…
Bir zamanlar, daha doğrusu bir asır öncesinde 20’ye yakın konsolosluğun bulunduğu Trabzon’da, bugün ayakta kalanlar sadece İran, Gürcistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Konsoloslukları.
Asırlık olanı da İran’ın konsolosluğu.
Söz konusu İran olunca, benim için “En fazla gittiğim ülke” sınıfındadır.
İlki de Trabzon Limanından transit ticaretin, yıllık 500-600 bin ton olduğu dönemlerde bunun mimarı rahmetli Ali Osman Ulusoy ile birlikte yaptığımdır.
Bizde “Ulusoy”, ama İran’da Ali Osman Ağa olarak bilinen işin mimarından söz ediyor, “Allah rahmet eylesin” diyorum.
Sadece “Batımızda yer alan bir ülke” değildir İran. “İşini bilen, sorun üretmeyen en yakın komşumuzdur” dersem de yeterli olmaz.
Aslında iş ve güç birliğimizin azami düzeyde olması gereken komşu devlettir İran…
Bu fotoğrafta sanırım 30 yıl öncesinde İran’da bir toplantının konuşma kürsüsünde çekilmiştir.
ÖNCE BİNA, SONRA YOL OLUR İSE…
Dün, şehir içinden geçen Yavuz Selim ve Kanuni Bulvarları’ndaki trafik çilesini yaşadıktan sonra, gazetelere göz atarken, “Trabzon’un Ulaşımı Şekilleniyor” başlığını okuyunca “Niye böyle oluyor?” sorusuna bir kez daha gel de bilinen cevabı verme bakayım!

“Bir şehrin planlamasında öncelik yollara tanınır, sonra da yapılaşma kondurulur” gerçeği, yönetenlerin elinin tersi ile kenara itilirse olacağı budur.
Daha net ifade ile “Kentleşmede önceliği binaların gelişi güzel kondurulmasına, inşaatına izin verilip, yolların açılması ikinci plana itilir ise olacağı budur.”
Yani, Trabzon örneğinde olduğu gibidir.
SUÇ ÖRGÜTLERİ ÇÖKERTİLİYOR DA!
Son zamanlarda en çok izlediğimiz, okuduğumuz ben diyeyim “Haber”, siz söyleyin “Yetkililerin açıklaması.”
Suç örgütleri çökertiliyor.
İyi de bir de; “Bu örgütlerin ne zaman, nasıl oluşturulduğu, kurulduğu?” sorusuna gerçekler üzerinden cevap aramak gerekmez mi?
İster istemez akıllara halk arasında çokça zikredilen; “Fakiri sevindirmek için önce eşeğini kaybettirip, sonra da buldurmak lazım.” Tarifi gelmez mi?
ÇAYDAKİ HESAPLAR…
Ama devlet-i aliyyede olanlar, ama özel sektörde faaliyet gösterenler, söz konusu çay edildiğinde, “Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu çok iyi biliyorlar.”
Ancak; “Biliyorlar ama gereğini yapmıyorlar” diyebilirsiniz.
Eninde sonunda yaparlar, yapacaklar.

Onun için uzatmaya, evelemeye gevelemeye gerek yok. Biz sadece başlıklarını hatırlatalım, gereğini onlara bırakalım.
Birincisi ne idi? ÇAYKUR’un özel sektöre çay satıp satmayacağı.
İkincisi ne idi? Türkiye’de kişi başına çay tüketimi giderek azalıyor.
Üçüncüsü ne idi? Çay çöpleri öyle veya böyle süslenerek sağlığa zarar verecek hale getirilip piyasaya sürülüyor.
DÜNDEN BUGÜNE
1 kilo tohum, 1 kilo altın…
6. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi’nde konuşan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, “Üniversiteler olarak ülkemizin ekonomisine katkıda bulunmak zorundayız. Bir kilo tohum, bir kilo altından daha pahalıdır, Türkiye, korkunç miktardaki paraları sadece tohum almak için İsrail'e ve ABD'ye transfer etmektedir” dedi.
Demek ki, “Devletleri petrol ile insanları gıdalarla esir edebilirsiniz” diye boşuna denmemiş.
GDO’lu ürünlerle hem paramız, hem de nesil olarak geleceğimiz elden gidiyor. Biz halâ neyi tartışıyoruz? 6 Kasım 2009
BİR DERGİ: AİLE
1949 baskısı 3 ayda bir çıkan, 81 sayfa ev dergisi
O zamanların yazarları: Falih Rıfkı Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Veli Kanık, Cahit Külebi, Şevket Rado, Sebahattin Kudret, Şinasi Özdenoğlu, Oktay Akbal.
Evli Kalabilmek için o günlerden öneri:
“Evlenmekteki talih ve tesadüflerin payını mümkün olduğu kadar azaltarak, aile müessesinin daha sağlam temeller üzerine kurulması imkânlarını araştırmak zamanı her halde gelmiştir.
Yazan: Vedat Nedim TÖR
KISSADAN HİSSE
Bir adam rüyâsında şeytanı görüp sakalına yapışmış ve yüzüne bir tokat atmış:
“-Hey mel’un, işin gücün bizi baştan çıkarmakken tutar bir de sakal bırakırsın. Al sana bir tokat daha!” diye elini kaldırınca uyanmış.
Bir de ne görsün?
Çekiştirdiği sakal kendi sakalı değil mi?