Tüm okurlarımın, tüm sporseverlerin mübarek Ramazan Bayramını kutlayarak makaleme başlamak istiyorum.

Hayatınız bayram tadında olsun güzel insanlar!

Türk futbolu çok zor günlerden geçiyor. Özellikle de son birkaç haftadır işler iyice çığrından çıktı. Galatasaray ile Fenerbahçe’nin saha  dışına taşan rekabetleri, iki kulübün başkanlarının etik ve ahlak kurallarını zorlayan demeçleri, Türk futbolunun kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirme çabaları,  bir oldu bittiyle Federasyonu ve kurullarını kendi çıkarları doğrultusunda işleyecek şekilde revize etme çabaları Türk futbolunu işlevsiz hale getirdi, elini kolunu bağladı hatta felç etti diyebiliriz.,

Tabi bu kötü süreçte basiretsiz TFF yönetiminin ve adaleti dağıtmaktan uzak kurullarının da payı yadsınamaz.

Ülke futbolunda aslan payının sahipleri, ülkenin en pahalı kadrolarını kuran bu iki takımın ortaya koydukları oyun ne yazık ki tükettikleri bütçelere nazaran devede kulak kaldı. Tükettikleri bütçe ile orantılı bir oyun inşa edemedikleri içinde hakemden, federasyondan medet umar hale geldiler. TFF’nin ve hakemlerin de buna çanak tutmasıyla sahadaki oyun her geçen gün biraz daha çirkinleşti. Günün sonunda da en fazla yıldız oyuncunun sahne aldığı, görsel bir şölen olması gereken bu iki takımın ortaya koydukları oyun 3 puan baskısı altında ezildi, kayboldu.

Aralarındaki vahşi rekabetin futbolu yuttuğunu göremediler, anlayamadılar. Ne pahasına olursa olsun kazanmalıyım anlayışı ile rakibe saygıyı, futbol ahlakını öldürdüler

Sonrasını da görüyorsunuz işte. Her hafta bir kavga, her hafta bir sansasyon, her hafta bir kriz birbirini izledi, izliyor..

Yaşanan bu kötü günlere dair yaptığım bu değerlendirme saha içini özlediğimiz bu gönlerde yeterlidir sanırım. O zaman geçelim dün gecenin maçına ve müsabakaya şöyle bir göz atalım.

Taraftarsız müsabakanın tuzsuz bir yemekten farkı olmadığını söyleyerek değerlendirmemize başlayalım.

Onuachu’nun sakatlığı Enis Destan’ın da bir türlü bekleneni veremediği son haftalarda ön alanda oynayan Pepe’nin etkisizliği bugün de kendini gösterdi. Rakibin oyunu kendi yarı sahasında kabül ettiği tüm yarı boyunca yüksek toplarda etkisiz kalındığını, arkası dönük oynayabilen, duvar olabilen bir santraforun eksikliğinin hissedildiğini gördük. Özellikle Meunier ile Visca’nın kanadının çok etkili olduğunu ama taşınan bu topların finalde golle sonuçlanmamasının da en büyük nedeninin bir ceza sahası golcüsünün olmaması olduğunu söyleyebiliriz.

Rakip adına ilk yarının öne çıkan oyuncusu olarak kaleci Nikoliç’i gösterebiliriz.

Abdullah hoca ikinci yarı Umut Bozok'u oyuna dahil ederek bu sorunu gidermek adına bir hamle yaptı. Yalnız bu hamlede çıkan oyuncu Trezeguet mi Pepe mi olmalı konusu bence tartışılır.

Rakibin ilk etkili atağında golü bulduğunun notunu da düşmeliyim.

Abdullah hoca bir sonraki hamlesinde de günün formsuz ismi Pepe’yi dışarı aldı. Aynı dakikada Berat’ı çıkarıp Fernandez’i oyuna alarak  Mendy’i orjin bölgesi olan orta sahaya çekti.

Geri düşen bir takımın orta saha çıkarıp stoper oyuna dahil etmesine de bir anlam veremedim.

Sonrasında da hocanın tüm tuşlara basıp bölüm geçmeye çalışan bir Gamer gibi hamlelerine şahit olduk. Umut Güneş yerine Enis Destan, Visca yerine Orsiç’i oyuna dahil etti.

Abdullah hocanın sürekli oynayan oyuncuların yerine oyuna dahil ettiği devamlılığı olmayan oyuncular sonrası oyun kalitesi de düştü ve mağlubiyet kaçınılmaz oldu.

Geçmiş olsun fırtına…