Kemik olsa kaynardı, çünkü sabrı vardır kemiğin. Ama kalbe atılan çizikler, onlar yapıştırılamazlar, yanlış işlenmiş bir motife dönüşüverirler...

Hatırladıkça kanatan kırgınlıkları ne ilaç sarar ne merhem iyileştirir.

Her hatırlayışta yeniden kanar, yeniden derinleşir oyuklar.

Fakat bazı yaraları hekimlerden ziyâde cümlelerin örgüsü sarar. Kanamaları pamuktan sargılar değil, kalemin desenleri kapatır.

Boğaza dökülmüş gürültülerin sessiz haykırışı olurlar.

Oysa adı kalem, sureti şifacı o değnek, damarlardan fışkıran acıya bendtir.

Çağlayan misali sızanı, ince ince yamalayarak görünmez kılar.

Yazmak...

Konuşulamayanı dillendirmektir yazmak, görünmez olanı, anlatılamayanı, hapsetmektir;

Bir satır bir sızıya denk düşer bazen, bir paragraf örtülmüş bir yorgan gibi serilir meramın üzerine. Üşümekten kurtarmaz belki, ama üşümediğine de ikna eder tepeden tırnağa.

Velhasıl en acıyan yerden dökülür en güzel satırlar. Kelam, en mağrur yürüyüşüyle, kanayan yerden yürür canla başla.

Günün sonunda şiir, öykü, masal olur.

Bir not defterine düşülmüş iki kelime dost, kardeş, sırdaş, yâren olur.

Ama bu oluşun başka bir sırrı da vardır;

Kimi okuyanın kalbine değen bir mızraptır, kimininkine çiçekli daldır.

Yara, yazıyla yalnızlıktan azattır, sargı bezi ecza dolabında en arkaya saklanandır.

Hulasa...

Kırıklar kaynar, kanamalar kurur.

Kalemin kudretiyle acı, eskimiş bir anıya dönüşür.

Eğilip bükülmeyen bir fidan gibidir kalem.

Her an büyüyen, hüzünle sulandığında bir ormana evrilecek kudrettedir.

"Ve görünmez bir cerrahtır, dokunduğu yere şifa veren"

Muhabbetle