Ziyad Nemli'nin hikâyelerinde işlenmiş, capcanlı bir dil göze çarpar. O, Türkçenin anlatım imkânlarına yenilerini ekler. Dilin ufkunu alabildiğine genişletir. Düz anlatımdan uzaklaşılarak süslü (imgeli, metaforlu) anlatıma yaklaşır. O, meselâ  Trabzon'da her mevsim ve sürekli yağmur yağışını "damı delik memleketimin" özgün söyleyişiyle dillendirir.

Nemli'nin hikâyelerinde hayatın bütün zorluklarına rağmen yaşama sevinci dikkat çeker. Bütün olumsuzluklara rağmen yine de her doğan günün yeni güzellikler getireceğine inanılır. O, kahramanları olan insanları tabiatın bir parçası olarak görür, o bütünlük içerisinde anlatır. Onun hikâyelerindeki kahramanlar tutarlılıklarıyla ve çelişkileriyle harbi insanlardır.

Siyahı ve beyazıyla hayatı dolu dolu yaşayan Ziyad Nemli, hikâyelerinde anılarından da beslenir. Kahramanlarının sahiciliği onun güçlü gözlemlerinin ve yaşantılarının ürünüdür.

Kitaba adını veren "Kırmızı Paçalı Güvercin" hikâyesinin ta başında bir yalnızlık, tükenmişlik, hasret ve umutsuzluk havası vardır. Bunu "Benim de işimden yorgun argın çıkıp evimin yolunu tutacağım gün sonu saatlerim olmayacak mı?" soru cümlesinden anlıyoruz.

"Kırmızı Paçalı Güvercin" hikâyesinde geçen "Beyazıt, Kapalıçarşı, Mercan Yokuşu, Aksaray, Şehzadebaşı, " gibi yer adları olayların İstanbul'da geçtiğini gösteriyor. Yazar kendi duygu ve düşünce dünyasını anlattığı için hikâye boyunca birinci kişili anlatım (ben ağzı) kullanılmıştır. Yazar hikâye boyunca iç dünyasına yönelik bir çeşit kazı (psikolojik tahlil) çalışması yapıyor. Onun içindir ki hikâyede dış çevreye yönelik izlenimler sönük kalıyor.

Bu hikâyede "gün ışığının son kırıntıları, günü akşama devirmenin umutsuzluğu, ürkek akşam kalabalığı, acılarını kafasının karatahtasına yazmak, gök kapısı, zembereği kopmuş saat gibi, gözlerin derin karanlığı, açlığın ıslak acılığı, yufka düşünce, hışımlı çığlık " gibi özgün ve edebî söyleyişler dikkat çekmektedir. Yine hikâyede "umut kapısı, can kulağıyla dinlemek, hâlden anlamak, canevi, har vurup harman savurmak "gibi deyimler ve halk söyleyişleri kullanılarak söz konusu hikâyelerin gelenekle olan bağı sıkılaştırılmıştır.

Bu hikâyede dişe dokunur belli bir olay yok. Hikâyenin başından sonuna kadar umutsuzluğun beslediği, ete kemiğe büründürdüğü bir iç konuşma sürüp gidiyor. Yazar yaşadıklarını ve muhtemelen gelecekte yaşayacaklarını sorguluyor. Bir anlamda da sesli düşünüyor. Anlatan (özne) da muhatap (nesne) da kendisidir. Hikâyenin sonuna doğru kendi deyimiyle "Bir güvercin uçup geliyor" ve hikâyeye dahil oluyor. Ondan sonraki kısımda "güvercine seslenme" diyebileceğimiz uzun bir monologla karşılaşıyoruz. Bu bölümde kendisiyle güvercini karşılaştırarak güvercinin tevekkülüne ve teslimiyetçi duruşuna gıpta ediyor. Bu son kısımda güvercine söylediklerinden, daha doğru bir ifadeyle belirtmek gerekirse sayıklamalarından anlıyoruz ki kahramanın/yazarın umutları filizlenmeye başlamıştır. Onun bu noktaya gelmesinde güvercinin vakur duruşu etkili olmuştur.

Bu hikâyede zamana dair ipuçları yoktur. Hikâyede olay veya olaylar olmadığı için kurgu duygusal kurgudan öteye gitmemektedir. Soyutlamalar ve özgün söyleyişler üslûp konusunda olumlu düşünceler beslememize kapı aralıyor. Ziyad Nemli'nin gelecekte yayımlamayı düşündüğü; fakat imkân bulamadığı kitabına ad olarak vermeyi tasarladığı bu metin hikâye gelenekleri içerisinde Çehov (Durum) Hikâyesi'ne daha yakın duruyor. Bu metin yazarın sesli düşünmelerinden vücuda geldiği için hikâyede İç konuşma Tekniği hakimdir. Yazar anlatmak istediği duygu ve düşünceleri iç diyalogla açığa vurmaktadır.

"Kırmızı Paçalı Güvercin" hikâyesine dil ve anlatım açısından baktığımızda yazarın dilin bütün imkânlarını hakkıyla kullandığını ve sadelikte derinliği yakaladığını görüyoruz.