Yazı bitirip sonlarına doğru yaklaşmaktayız. Şurada ağustos ayı da bitip okullar açılınca herkes yine geldiği yere geri dönecek. Yazın yaşanılan güzel anılar akılda kalacak. Festivaller, şenlikler, düğünler, gelenek ve görenekleri yaşatma adına dolu dolu geçen bir yazı geçiriyoruz.
Mezuniyet buluşmaları, dostlarla hasbihaller, akraba ziyaretleri, gurbetten gelenlerin sıla özlemini gidermeleri derken ömürden bir yaz daha geçiyor. Karadeniz’de fındık sezonundan sonra köyler yavaş yavaş boşanır ve yerine “Seneye görüşürüz.” temennileri ile bir terk edilmişlik kalır.
Farkındasınız değil mi? Hepimiz modern çağın köleleri olduk. Dağdaki çoban, yayladaki Ahmet Amca belki bu kölelikten biraz kurtulmuştur. Bu kölelik zincirlerle değil; borçlarla, zamansızlıkla, dijital bağımlılıkla ve büyük bir tüketim kültürüyle hepimizi esir alıyor.
Ne zaman ki köylerden kente göç başladı, işte o zaman bu düzen başladı. Geçmişte özellikle Karadeniz halkı üretim ve kendine yetebilme kültürüyle güçlü bir yaşam sürerdi. Bahçesinde yetiştirdiği fındığı, çayı, mısırı; ahırındaki sütü, hem karnını doyurur hem de geçimini sağlardı. Fakat son 20-30 yılda hızlanan göç, bu düzeni kökten değiştirip bizi bu modern çağın kölesi yaptı.
Şehir hayatına geçiş, insanlara modern imkânlar sunarken aynı zamanda daha fazla para kazanma ve daha çok harcama döngüsünü de başlattı. Yanı başımızdaki yaylalara bile nerdeyse yazdan yaza gidebiliyor, doğaya yakın olanlarımız bile vakit ayıramıyoruz.
Modern yaşamın getirdiği en büyük zincirlerden biri kredi kartı ve banka borçlarıdır. Eskiden alınacak bir eşya ya da yapılacak bir iş için imece usulü ya da birikim beklenirdi. Şimdi ise daha çok tüketmeye teşvik eden reklamlar, “Hemen al, üç ay sonra öde.” kampanyaları ve kolay kredi imkânları, insanları farkında olmadan finansal köleliğe sürüklüyor. Birçok aile, gelirinin önemli bir kısmını kredi taksitlerine ayırırken; gelecek planları borç kapatma üzerine kuruluyor.
Ya çocuklarımız? Doğar doğmaz ilk özçekimle dijitalleşmeye “Merhaba!” deyip sonra ellerinden düşüremedikleri tablet ve telefonların kölesi olmuyorlar mı?
Bütün bu koşuşturmanın arasında farkında olmadan hayatın asıl lezzetini kaçırıyoruz. Doğanın kokusunu, sohbetlerin sıcaklığını, emeğin bereketini, kuymağın tadını, yaşamanın hazzını fark edemiyoruz.
Kısacası modern çağ bize başta hız, konfor ve kolaylık vaat etti ama karşılığında ruhumuzdan, zamanımızdan ve özgürlüğümüzden aldı. Belki de en büyük özgürlük, azla yetinmeyi bilmekte, borçsuz bir hayatın huzurunu yeniden keşfetmekte ve gerçek bağları yeniden kurmakta saklıdır.
Zincirlerimizi kıracak olan şey ise ne daha fazla para ne de daha yeni bir telefon. Zincirlerimizi kıracak olan şey yeniden insan gibi yaşamayı hatırlamamızdır.
Sözlerime son verirken, vicdanı ve imkânı olanlar için her yazımda hatırlatıyorum. Deprem ve deprem bölgesindekileri ne olur unutmayın, her daim hatırlayın. Gazze’de soykırım var, görmezden gelmeyin, görmezden gelinmesine izin vermeyin. Çünkü unutmak, en büyük ihanettir. Sağlıcakla kalın.