Artık sosyal medya, bilgi değil cesaretsiz eleştirilerin, fikir değil şahsi egoların döküldüğü sanal bir çöplüğe dönüştü. Hele ki mevzu Trabzonspor olunca, ne futbol bilgisi aranıyor ne emek... Canı sıkılan, morali bozulan, bir anda soluğu klavye başında alıp kulüp başkanına saldırıyor.
Sorsan hepsi yönetici doğmuş! Hepsi teknik direktör, hepsi finans dehası... Ama ne hikmetse, bu “büyük akıllar”dan bir tanesi bile, iş sorumluluk almaya gelince ortalarda yok. Buyurun kardeşim, hodri meydan! O kadar biliyorsanız, bu kulüp nasıl yönetilir diyorsanız, vizyonunuz varsa, cebinizde imkânınız varsa: Aday olun!
Ama yok… Çünkü o koltukta oturmak, dışarıdan ahkâm kesmek kadar kolay değil. Ertuğrul Doğan göreve geldiğinden bu yana Trabzonspor’un kasasına 3.2 milyar TL kaynak sağladı. 10 milyar TL’yi bulan borcu 2.5 milyar TL’ye indirmeyi başardı. Avrupa’da üst üste açılan dosyaları temizledi, Bankalar Birliği ile yapısal adımlar attı. Kulübü günü kurtarmakla kalmayıp geleceğe taşıyacak bir zemin hazırladı.
Ve hâlâ ne deniyor?
“Yönetemiyorlar.”
“Kulüp battı.”
“Borsada etik dışı işler yapılıyor.”
Hadi oradan! Siz gerçekten Trabzonspor’u mu düşünüyorsunuz, yoksa elinize geçen her fırsatta kaos yaratıp kişisel tatmin mi arıyorsunuz?
Etikmiş… Siz önce geçmişte bu kulübü züğürt ağa gibi gelip, trilyoner olup terk edenleri konuşun! O günlerde sesiniz çıkmazken, bugün dürüstçe çalışan cebinden milyon Eurolar kulübün kasasına akıtan bir başkanı linç etmeye kalkmanızın adı ne biliyor musunuz? Samimiyetsizlik!
Bugün rakipler, bir oyuncuya 30, diğerine 75 milyon Euro verirken; Trabzonspor yönetimi hem savaş veriyor hem onurunu koruyor. Bu kolay değil! Eleştiri yapacaksanız yapın. Ama eleştiri dediğin akıl içerir, çözüm içerir, emek içerir.
Sizin yaptığınız sadece kuru gürültü. O yüzden tekrar ediyorum: Bu kulübü gerçekten seviyorsanız, önce geçmişi sorgulayın. Sonra bugünü anlayın. Ve en önemlisi: Yarın için taşın altına elini değil, gövdeni koyacak cesaretin varsa çık ortaya!
Çünkü dışarıdan konuşmakla bu işler yürümüyor.
Davulun sesi uzaktan hoş gelir.
Ama tokmağı eline alanın işi sadece ritim değil, yük taşımaktır!
O yükü taşıyamayacak olanlar, lütfen sahneyi terk etsin.
"TABUT ALİ'NİN SESSİZ ÇIĞLIĞI"
Trabzonspor tarihine adını yazdıran yüzlerce futbolcu oldu. Kimi şampiyonluk kupasını kaldırdı, kimi bir golle şehri ayağa kaldırdı. Ama bazıları vardı ki yaşadıkları sessizdi, anlatılmadı, bilinmedi. Bugün size, bordo-mavili formayı teriyle ıslatan, genç yaşında A takıma yükselip şampiyonluk sevinci yaşayan, sonra ise unutulan bir ismin, "Tabut Ali"nin hikâyesini anlatmak istiyorum.
1982-83 sezonu... Trabzonspor yine zirvede, yine şampiyon. O sezon altyapıdan çıkıp A takıma yükselen genç bir delikanlı: Ali. Mücadeleci yapısı, korkusuz oyunu ve bitmek bilmeyen azmiyle camiaya kendini kısa sürede sevdirdi. Şampiyonluk yaşadı daha ilk senesinde, hem de doğup büyüdüğü şehrin formasıyla. Ama bir sonraki sezon işler değişti. Avni Aker bakımdaydı, Trabzonspor ligin ilk yarısındaki tüm maçlarını deplasmanda oynadı. Ve inanılmaz bir performansla ilk yarıyı lider kapattı. Fakat o başarı tablosunun içinde ikinci yarı maçlarında Tabut Ali yoktu. Sahada ter döken arkadaşlarının aksine, o kadro dışıydı. Sebebi ne bir disiplin sorunu, ne bir sakatlık, ne de performans düşüklüğüydü. Sadece hocasının "Ben seni sevmiyorum, oynatmayacağım," sözleriyle kenara itilmişti. Üç ay boyunca kadro dışında tutuldu. Antrenmanlara çıkıyor ama maç kadrolarına alınmıyordu. İçten içe yıkılıyordu. Bir gün rahmetli Başkan Mehmet Ali Yılmaz sordu:
“Ali oğlum bu sakatlık ne kadar uzun sürdü?”
Ali cevap verdi: “Başkanım, ben sakat değilim. Hocam beni sadece sevmiyor…”Gerçekler daha da can acıtıcıydı. Askerlik vakti gelmişti, ama hocası ‘Albayı bekletti’ bahanesiyle onu yalanlarla dışlamıştı. Gerçek şu ki,
Albay otele hiç gelmemişti bile…
Askerde de işler kolay değildi. Kavakmeydan’da inzibat birliğinde kalırken, bir gün Barış Manço konserinde çıkan kavgada ismi geçti. Mahkemelik oldu. Askerliği yanacaktı. Bir komutanın aklıyla ifade verdi, beraat etti ama disiplin cezası aldı. O koca şehirde ailesinden başka bir tek kişi bile onu sormadı. Ne yöneticiler, ne takım arkadaşları...
Yalnızlıktan delirmemek için geceleri gaz lambası ışığında hayallere sığındı. Üzerinde hâlâ Trabzonspor eşofmanları vardı. Bir gün malzemeci abi geldi. “Ziyarete geldi” diye sevindi, sarıldı, ağladı... Ama gerçek çok daha ağırdı. Gelen, üzerindeki kulüp eşofmanlarını almaya gelmişti. O an, bir formanın ne kadar soğuk olabileceğini hissetti Ali.
1983-84 sezonu... Kalbini bırakıp, mecburen ayrıldı çok sevdiği kulübünden. O formaya yıllarını, gençliğini vermiş bir futbolcu, sadece "sevilmediği" için kenara atıldı. Ne bir veda, ne bir teşekkür. Sadece sessiz bir vedayla ayrıldı.
Bugün hâlâ sokakta görseniz, gözleri uzaklara dalar. O forma için canını koyduğu günleri anlatır. İçinde burukluk, ama kızgınlık değil. Çünkü o Trabzonspor'u sevdi, hala da seviyor. Bir futbolcunun en büyük gururu, şehrinin takımında ter dökmekse, o bu gururu yaşadı. Ama bedeli ağır oldu.
Tabut Ali’nin hikâyesi, yalnızca bir futbolcunun değil, sistemi sessizce kabul ettiren düzenin de hikayesi. Her başarı hikâyesinin altında, unutulan nice kahraman vardır. Onlardan biri de o. Bugün bu yazı, o yalnız sesi duymayan kulaklara gelsin. Çünkü bazen bir formayı giymek değil, taşımak zor gelir insana…
FAROZDA SOHBET ŞAHANE
Hafta sonu Faroz’dayız… Rengârenk evlerin arasında, denizden gelen yosun kokusu eşliğinde mahallenin kalbinde atıyoruz kendimizi kahvenin önüne. Faroz dedin mi, sadece deniziyle, balığıyla değil; insanıyla da bambaşkadır. Hele ki Obuz Erol, Kamış Orhan, Yirmibir Ahmet üçlüsü bir araya geldiyse... Sazlar çalınmasa da sohbetin sesi kulaktan eksik olmaz!
Bu keyifli kadroya İstanbul’dan sürpriz bir misafir katıldı: Suat Özdenizci. Nam-ı diğer Suat Abi. Geldiği gibi Kamış Orhan’ın yüzünde güller açtı. Faroz'un yaz güneşinden daha sıcak bir tebessüm sardı ortalığı.
Bir buçuk ay öncesine gidelim… Kamış Orhan, Gölcük’teki kızını ziyarete giderken Denizer balıkçılıktan aldığı mezgitleri, iskorpitleri toparladı, İstanbul’a Suat Abiye uğradı. “Haçlık verir” umuduyla değil, dost hatırına. Ama Kamış biraz hesap kitapta gevşek davranmış galiba. Aldığı parayı mahalleye anlatırken biraz ‘ufaltmış’.
Gel zaman git zaman, Suat Özdenizci geçtiğimiz hafta Trabzon’a geldi. Ben de İlhan abi ile Suat abinin yanına gittik. Önce abi hoş geldin dedim hoş beş sohbetten sonra merakımdan sordum: “O balıklar için Orhan’a ne kadar haçlık verdin?”
Suat Abi önce boş ver dedi. “Önemli değil, dostluk mühim,” falan dedi. Israr edince pat diye söyledi: “iyi bir harçlık verdim.”
Yetmedi… Cuma akşamı damda otururken güzel bir harçlık daha verdiğini açıkladı! Üstelik paraların seri numaraları da bende. O esnada masada kahka tufanı koptu!
Ama mesele sadece para değilmiş... Suat Abi, iskorpitleri görünce “Bu balık yenmez, aman dikkat!” diye bastırmış. Kamış Orhan balığı getirmiş, Suat Abi hem parayı verdi hem de “Bol tuzlu İskorpitleri yedi.” Faroz kahvesinde herkes bu olayı konuşuyor. Faroz’da mezgitin ve iskorpitin kilosu belli olmazsa bile, muhabbetin değeri paha biçilemez.
YEMEK ŞAMPİYONU EFSANE OBUZ EROL!
Trabzon’un Faroz Mahallesi’ni bilen bilir; martı sesiyle uyanır, balık kokusuyla yaşar, futbol muhabbetiyle uyur. İşte bu semtin en bilindik simalarından biri, öyle ki kendisine adres tarif edilirken bile "Obuz Erol'un dükkânını geçince sağa dön" diye yön verilir. Çünkü Obuz Erol sıradan bir balıkçı değil; o, Faroz’un yaşayan efsanesi, tribünlerin amigoluğundan gastronomi sahnesine geçiş yapmış çok yönlü bir karakter.
Obuz Erol'un hikayesi gözünü açtığından bu yana başlıyor. Henüz genç bir delikanlıyken, Trabzonspor’un başarısıyla büyülenmiş ve kendini bir anda tribünlerde amigoluk yaparken bulmuş. Yıl 1978. Trabzonspor’un en gözde oyuncusu Ali Kemal Denizci satılmak üzere. Mahalle kahvehanelerinde homurtular baş göstermişken, Obuz Erol mahallenin büyükleri ve arkadaşları ile birlikte çoktan sokağa çıkmış:
O gün Faroz mahallesinin gençleri öncülüğünde yapılan protesto, Türkiye futbol tarihinde bir ilk olarak kayda geçmiş. Onu herkes o günden sonra "Faroz’un sesi" olarak tanımaya başladı. Ama Obuz Erol’un yetenekleri sadece tezahüratla sınırlı kalmadı...
Yıllar geçti. Futbol sahaları yerini sahil kayıklarına, megafonlar yerini tava sesine bıraktı. Obuz Erol bu sefer Faroz sahilinde, tutulan balıkları kendi tarifleriyle pişirmeye başladı. Önce merakla uğrayan birkaç mahalleli, sonra şehir dışından gelen turistler… Derken Obuz Erol’un ünü kayığı aşıp memleket sınırlarını zorlamaya başladı.
Geçtiğimiz ay Trabzon’da düzenlenen, Türkiye genelinden yüzlerce şefin katıldığı bir yemek yarışması için şehre gelen iki fotoğrafçı, Obuz Erol’un yaptığı yemeklerin resimlerini çekerek yarışmaya gönderdi. Obuz Erol’un tabakları, öyle uluslararası havalı isimlerin, yabancı sosların arasından sıyrılıp birincilik ödülünü aldı!
“Bu kadar lezzeti yemekleri bir Karadenizli sunabilirdi.”
Obuz Erol’a bu başarıdan sonra “Ben zaten yalan konuşmadan rahat edemem. Ama şu tabaklara bir gram yalan karıştırmadım. Ne yaptıysam kendi usulüm, kendi balığım, kendi tavam.”
Zaten Erol’un karakteri bu; lafını saklamaz, ne düşünüyorsa söyler. Mahallede onunla bir çay içmeye oturmak bile başlı başına bir maceradır.
Şimdilerde kendisine gelen tekliflere geri çeviriyor. İstanbul’dan restoran zincirleri, yurt dışından gastronomi programları… Ama Obuz Erol kararını çoktan vermiş: “Ben dükkânımı bırakmam. Ama isteyen gelip burada yesin, yeter ki maydanozun sapını ayıklarken bana karışmasın.”
ESKİLER SAHAYA İNDİ, BAŞKAN GOLÜ ATTI!
Akçaabat’ta işler artık ciddiye bindi, ama bu ciddiyetin içinde bir parça nostalji, bir tutam futbol hasreti ve en önemlisi de koca bir yürek var: Başkan Atalay Armutçu’nun yüreği…
Geçtiğimiz hafta Sebatspor tesislerinde öyle bir buluşma yaşandı ki, sanki zaman makinesine binip 90’ların toprak sahasına ışınlandık. Yıllarca kırmızı-beyaz formayı çamurla, terle yoğuran o efsane isimler… Şimdi kravatlı, ceketli ama hâlâ içleri sıcacık; hâlâ o yüreklerde Sebatspor sevdası dinmemiş!
Yeni Başkan Atalay Armutçu, o yıllarda birlikte top koşturduğu eski futbolcularını tesislerde ağırladı. “Hoş geldiniz” dedi, ama aslında gelen yalnızca eski dostlar değildi; umut da geldi, heyecan da…
Çünkü o eski topçular diyor ki:
"Atalay Abi bu işi bilir! Onun liderliğinde 2. Lig hayal değil, yakın hedef!"
Baksanıza dostlar, tesislerde çaylar demleniyor, umut fokur fokur kaynıyor.
Bir yanda saha anıları dökülüyor, bir yanda gelecek planları çiziliyor…
Kimi diyor: “O top çizgiyi geçti mi, hâlâ tartışırım.”
Kimi ekliyor: “2. Lig konuşacaksak, geçmişi değil, geleceği tartışalım artık.”
Atalay Başkan, sadece yönetime değil, gönüllere de talip. Eski takım arkadaşlarını yanına almış, onlarla birlikte yeni bir Sebatspor inşa etmeye hazırlanıyor. Çünkü bu sadece bir yönetim işi değil, bir vefa işi.
Hani derler ya:
“Bir takım sadece sahada kurulmaz, gönülde kurulur.”
İşte o takım yavaş yavaş kuruluyor. Hem sahada, hem gönülde…
Sebatspor uzun bir aradan sonra yeniden “hücum hattına” geçti.
Ama bu kez kaleye giden top değil, hayal.
Ve biz, o hayalin fileleri havalandırmasını dört gözle bekliyoruz!
Atalay Başkan, yıllar önce kulübede Genel Kaptan olarak dururken rakipleri korkutuyordu. Şimdi Başkanlık koltuğunda; Sebatspor’u ayağa kaldırmaya ve rakipleri yine korkutmaya geliyor!
İSKOÇ HALİL SOBA İLE KOVALIYOR
RUS OSMAN TABANA KUVVET KAÇIYOR
Ülkemizin sıkıntılı günleri bir yana dursun, haydi bu hafta biraz da yüzümüz gülsün! İncirlik Mahallesi mizahın, gırgırın, neşenin eksik olmadığı yerlerden biridir. Hele bir de bizim İskoç Halil ile Rus lakaplı Osman bir araya gelirse, gülmekten karnınıza ağrılar girer.
Efendim, mevzu hurda... İskoç Halil her zamanki gibi arabasıyla mahalle mahalle dolaşıp hurda toplar. Bazen yalnız takılır, bazen Rus Osman da eşlik eder. Ne var ki bu sefer işler biraz karışık!
İskoç Halil bir gün hurda işi için Rus Osman'ı arar ama ne hikmetse telefonlara cevap yok. İskoç Halil de işi oğlu Zafer’e havale eder. Zafer ciddi ve karizmatik sesiyle Rus Osman'ı arar ve şöyle bir konuşma geçer:
Osman Bey'le mi görüşüyorum?
Evet buyurun.
Bizim elimizde biraz hurda var.
Bunları size satmak istiyoruz.
Tanıdığınız Halil Bey de bu işi yapıyor. Siz mi alırsınız, Halil Bey mi? Halil’i boş verin, siz neredesiniz ben hemen geleyim!
Hemen buluşma yeri ayarlanır: İnönü Mahallesi. İskoç Halil, oğlu Zafer ve iki arkadaşını da yanına alıp olay yerine intikal eder. Halil’in elinde devasa bir soba... Rus Osman karşıdan yaklaşırken o sobayı görür görmez gözleri fal taşı gibi açılır. Bir "oy oy!" çeker ki mahalle inler!
Ve o an!
Rus Osman, sobayı görünce resmen olimpiyatlara katılmış gibi topukları kıçına vurarak kaçmaya başlar. Önde Rus Osman, arkada İskoç Halil... Sokaklarda hurdacıdan çok sprinter koşusu var sanki!
Mahalleli camdan olayı izliyor, kahkahalar havada uçuşuyor. Kimi diyor "Bu ne hız Osman!", kimi diyor "Halil olimpiyat kadrosuna girmiş!"
Velhasıl-ı kelam, İncirlik Mahallesi yine yapacağını yapıyor, neşeyi bırakmıyor. Hurdası da bizden, gırgırı da!