Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı adlı eserinden uyarlanmış, bir döneme de damga vurmuş, günümüzde dahi izlenen Hababam Sınıfı seri filmleri unutulmaz replikler ile doludur.
Lale Devri’nin işlendiği Tarih dersinde Kemal Sunal’ın canlandırdığı İnek Şaban’ın -ki bu filmden sonra çocuklara Şaban ismi verilmez oldu- söylediği “Laleler” şarkısının Osmanlı askerlerine ithaf edilmiş bir şiir olduğunu çoğu kimse bilmez. Rıfat Ilgaz’ın da bildiğinden şüpheliyim.
Bu şiir, 1918 yılında Azerbaycan'ı kurtarmak için Kafkasya'ya giren Kafkas İslam Ordusu için Telman Haciyev tarafından yazılmıştır.
Ermeniler o tarihlerde İngilizler ve Ruslar'dan aldığı destekle Azerbaycan'ın bir çok bölgesini işgal ederek katliamlara girişir. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istenir. Enver Paşa yardım talebini kabul eder ve Nuri Paşa Kıllıgil'i Kafkas İslam Ordusu kumandanı olarak Bakü'yü kurtarmaya gönderir. Bu Osmanlı Ordusu'nun kırmızı Fes giyen askerlerine ithafen yazıldığı anlaşılan şiirde bahsi geçen Laleler Azerbaycan Türkçesinde aslında Kırmızı Gelinciktir.
Hababam Sınıfı filminden sonra çocuklarımıza Şaban ismini koymaktan çekinir olduk ama o dönem doğan çocuklara Enver Paşa’ya hürmeten “Enver” isim koyulmuştur. İvedik Recep derken hafıza şuursuzca örseleniyor, kültürel kodlardan kopuş başlıyor. Neyse bu başlı başına başka bir konu...
Millet olarak olayları ve kişileri ifrat ve tefrit çizgisinde tartışmaya bayılıyoruz. Kahramanı ya da haini bulunduğumuz fikri coğrafyaya göre belirliyoruz.
Zengin tarihimiz kahraman övgüsüne, hain suçlamasına hedef olmuş nice şahsiyetlerle doludur. İşin ilginç yanı kimi karakterlerin hem hain hem kahraman sıfatlarıyla anılır olmasıdır.
Bu şahsiyetlerden biri de Enver Paşa’dır. İttihat ve Terakki Cemiyetinin liderlerinden, Osmanlı Devleti’nin Harbiye Nazırı ve Başkumandan vekili Enver Paşa.
19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nun dört bir yandan kuşatıldığı adeta varoluş yüzyılıydı. Askeri ve iktisadi gücünü kaybetmiş koca dev adam, Batılıların tabiriyle artık hasta adamdı.
Anadolu’ya doğru baskılanan ve dört bir yandan kuşatılmış Cihanşümul Osman İmparatorluğu zor günlerden geçiyordu. Avrupa ile makas gittikçe açılıyordu. Osmanlı, artık oyun kurucu değil üzerinde oyun oynanan, kaleleri günden güne düşen küçük bir coğrafyaya hapsedilmeye çalışılıyordu.
Yaklaşık iki asırdır devam eden Batı hegemonyasını kırmak gerekiyordu. Üç kıtada hüküm sürmüş, aleme nizam vermiş cihan devletinin tekrardan ayağa kalkması nasıl mümkün olacaktı.
O dönem fikri bir altyapısı olmayan Batıcılığı saymaz isek Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden toparlama hareketleri üç ana görüş (Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük) ekseninde cereyan etmiştir. Türkçülüğün doktrini olarak kabul edilen Yusuf Akçura’nın kaleme aldığı “Üç Tarz-ı Siyaset”, Gaspıralı İsmail’in “Dilde, fikirde, işte birlik” ile özetlediği Türkçenin farklı lehçelerini konuşan halkları ortak bir edebi dil etrafında birleştirip, tek bir ulus haline getirme gayreti, İttihat ve Terakki mensuplarına istikamet vermiştir.
Sultan Abdülhamid döneminde yurt dışına eğitim için gönderilen Türk gençleri Avrupa'daki düşünce akımlarından etkileniyor, devletin ancak Türk unsurların bir araya gelmesiyle korunabileceğini savunuyorlardı. Bu doğrultuda Avrupa'da ve Balkanlar’da kurulan gizli cemiyetler 1906'da birleşerek İttihat ve Terakki Cemiyeti adını aldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti imparatorluğun gelecek 10 yılını şekillendirecek düşünce ve aksiyon iklimi içinde Cumhuriyeti kuracak kadroları yetiştirecekti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bir dönem içinde bulunduğu ama sonrasında fikir ayrılığı yaşadığı için ayrıldığı İttihat ve Terakkideki arkadaşları için şunları söylemişti. “Yanlışları ve kusurları olabilir ama vatanperverlikleri bunların üstündedir”. Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkılması ve Osmanlı Devletinin sonunu hazırlaması gibi birçok suçlama nedeniyle İttihat ve Terakkiciler o kadar eleştirilmiş ki milli mücadele yıllarında yapılan ittihatçı suçlamalarına karşın Atatürk, Sivas Kongresi’nde “İttihatçılar için çalışmayacağına” dair Allah’ın adını anarak yemin etmiştir.
Birinci Dünya Savaşının kaybedilmesi, Sarıkamış Faciası, Ermeni Sürgününden dolayı Talat Paşa ile birlikte suçlanmış olmasına rağmen Enver Paşa var olma savaşımızın kahramanlarından biriydi. Cesareti, kararlılığı ve her şeyini vatanı için feda etmeye hazır karakteri ile O sadece Anadolu Türklerinin değil bütün Türk Dünyasının kalbinde yer edinmiş bir kahramandı. Avrupa sömürgeciliğine karşı direnişin kahramanı ve yeniden eski güçlü günlere dönme umudunun bugün hala sembolüdür.
Anadolu’da başaramadığı, hayalini kurduğu devlet ideali mücadelesini Türkistan’da Bolşeviklere karşı verirken silahlı bir çatışmada şehit olmuştur. Enver Paşa’nın şehadet haberi Atatürk’e iletildiğinde gözlerinin dolduğu ve “yiğit biriydi” diye andığı söylenir.
“Eğer muvaffak olamazsam son neferimle beraber öleceğim. Bu halde vasiyetim: Ben vazifemi yaptığımı sanıyorum ve öyle ölüyorum düşmana sonuna kadar karşı koyunuz. Ben hareketime nedamet etmeden kalben müsterih olarak ölüyorum. Yaşasın dinim, vatanım, padişahım.” Son sözleri böyle olmuştu Enver Paşa’nın.
İdeali, özlemi, fikirleri bugün Türk Dünyası’nın ortak ve birlikte hareket etme düşüncesine rehber olmaktadır.
Mekânı cennet, ruhu şad olsun.