Haberleri izleyince kendimi eski duraklardan birinde buldum. "Şana, Yomra, Hos, Komera; hepsi bi Lira..." "Nereden nereye" diyemeyeceğim çünkü bizim buralarda hâlâ duraklar, minibüsler, kuyruklar... Trenin ne karası var ne de hızlısı...

Musk, Mars'a gitmeyecek de nereye gidecek?
Hem de şehir kuracakmış kızıl gezegende... İnsanlı uçuşları başlatacakmış. SpaceX CEO'su olarak dört yıl içinde "Mars'a bir iki, Mars'a bir iki" şeklinde olmasa bile dünya için yeni bir sayfa açılacak.

Biz, kupamızı beklerken, sokak hayvanları için kavga ederken…

Milyonlarca insan ekranlara kilitlenecek…
***
NASA’nın yalancısıyız.

Dünyaya doğru hızla yaklaşıyormuş devasa bir gök taşı.
213 metre çapındaymış '2024 ON'...
15 Eylülde yani yarın dünya yakınından geçecekmiş...
Yakınından” derken 'dünya ile ay arasındaki mesafenin iki katı" mesafeden...
Yine de endişeleniyor insan...
Ya hesap şaşarsa! Geçerken geçemezse...
Fakat içimiz rahat olsun, 772 bin km'lik bir mesafe söz konusu...
Hayırlısıyla gelir geçer binlercesi gibi... İşimize gücümüze bakalım.
***

Ne zaman uzayla ilgili bir gelişme olsa? Ne zaman dünyanın dışına çıkılsa?
İstasyonlar, astronotlar, kozmonotlar...
Elimde değil işte... Kıskançlık damarım kabarır, "Türkonot" diye söylenirim.
Ve iğneyi kendime batırırım. "Şu ülkede biz nelerle uğraşıyoruz?"
Aslında daha çok kendimizle...
Günler nasıl geçiyor, aylar yıllar?
Şöyle başımızı kaldırıp gökyüzüne baktığımız mı var? Yıldızlar, galaksiler...
Hayallerimizin hiçbirinde yer almıyorlar.
Varsa yoksa "yer" ve belki de sırf bu yüzden birbirimizi yemekle meşgulüz.
Elimiz ayağımız bağlanmış sanki... Dilimize pelesenk olmuş birkaç cümle...
Küçücük dünyalarımızda küçük şeyleri büyütmeye kararlıyız!..
Öfkeli yüzler, yükseltilen sesler... Gereksiz el kol hareketleri...
"Biz bu değiliz!.."
Öyle mi? Acı ama gerçek, "Biz buyuz".
Keşke güzel şeyler söyleyebilsek!
***
Bir "emekli" olarak halkın nabzını tutma şansımız her geçen gün daha da artıyor.
Konuşulan şeylere bakıyorum... Tartışılanlara...
İncir çekirdeğini bile doldurmaz...
Eleştiri ve kabullenme kültürümüz yerlerde...
Kavgaların, küslüklerin nedenleri tam bir kara mizah..
Hemen herkes adeta stres topuna dönmüş.
Biriktirmiş de biriktirmiş... "Umurunda mı dünya" der gibi...
***
Bize bir büyülü el değmeli...
Odaklandığımız konular yoruyor bizi, aklımızı başımızdan alıyor.
Tamam, bazı başarılı adımlar şüphesiz çok değerli ama yetmez.
Bence bu toplumsal yapıyla olmuyor.
'Üçüncü Dünya' ülkesi fotoğrafı vererek 'Birinci Dünya'da yer almak mümkün değil.
Düşündüğün şeylerle ölçerler seni... Konuştuğun ve yaptığın şeylerle... Gerisi lafügüzaftır.
***
'Yer'e o denli bağlanmışız ki...
Özellikle bölgemizde kırgınlıkların nedenleri sıralamasında “arazi” açık ara önde...

O yüzden araziyiz hepimiz. Şimdi bu insanlara 'gök'le ilgili neler anlatabilirsiniz ki?
Kaç kez başını kaldırıp "bu Büyük Ayı, şu da Küçük Ayı" demiştir? Ya da "Kutup Yıldızı"...
Muazzam yıldız denizine dalıp gitmiştir?
"Gök taşı, dünyaya değecek mi yoksa teğet mi geçecek" diye kafa yormuştur?
***
"Hiç iş yapmazsan hiç yanlış yapmazsın."
Çok basit bir dünya gerçeği...
Tamam, uzayla ilgili adımlar atıyoruz.
Türkiye Uzay Ajansı gurur verici...
Sovyetler Birliği ve Rusya'nın uzaya gönderdiği Türk asıllı kozmonotların yanında... Ülkemizin uzaya gönderdiği ilk astronot askeri pilot Alper Gezeravcı'yı da uzaya çıkan 610. insan olarak not edelim.
Yani uzay konusuna geç de olsa başlangıç yaptığımız ortada fakat aradaki makas her geçen yıl daha da açılıyor.
Çin'in, 600 gram Mars toprağı getirmek için 2028'de fırlatması planlanan Tianwen-3'ün 2031'de dünyaya dönmesi öngörülüyor. Bu arada 4 Haziran 1989'da Pekin'deki göstericilerin birçoğunun öldürüldüğü meydanın adının da Tianenwen olduğunu hatırlatalım.
***
Mars'a kalkan gemilerde şüphesiz bizim Türkler de olacak. Sonuçta ticari taksi gibi bir şey, yeter ki ödemeni yap.
Ne zaman bu tür gelişmeler yaşansa üzülürüm, kıskanırım, "keşke bizim de olsa" diye söylenirim. Fakat aynayı kendimize tuttuğumuzda işimizin ne denli zor olduğu, daha atmamız gereken adımlar ve yememiz gereken kırk fırın ekmek gelir aklıma.
***
Gündüz kuşağı programları, her ne kadar "toplumun ahlakını bozuyor" gerekçesiyle tepki alsa da...
Gün; kendimizi şımartma, aldatma günü değil. Günahlarımızla yüzleşme günü...
Sosyolojik olarak bilinçlenme ve arınma süreci yaşanmadan bu kamburlardan kurtulma ihtimali yok.
Her çirkin olayla bir kez daha derinden sarsılıyoruz. En ağırından faturalar konuluyor önümüze...
Sıcağı sıcağına "Narin" olayında yaşadık. Özgecan'da, Münevver'de...
"Biz, ne zaman bu kadar kötü olduk?"
Uzak yakın fark etmiyor, toplumsal bir cinnet geçiriyoruz.
Neler düşünüyoruz, konuşuyoruz?
Yeter artık!..
Önce boyumuzun ölçüsünü alalım...
On yıl mı diyelim, elli yıl mı?

Bilime, sanata, üretime ve gerçek ahlâka sarılalım...
Dilimizden yalan düşsün, elimizden haram...
İnsanımızı, köyümüzü kentimizi şöyle adam gibi donatalım...
İşte o zaman bizde de gemiler kalkar.

"Mars'a bir iki, Mars'a bir iki..."