Siyaset bazen yüksek sesle bağırarak değil, fısıltılarla şekillenir.
Sessiz konuşan ama derin düşünen insanların anlattıkları, geleceği bugünden kurmamıza neden olabiliyor.
Bu yazının temelinde de öyle bir fısıltı, öyle bir "bilgi" var.
Kehanet mi?
Öngörü mü?
Yoksa stratejik bir analiz mi bilinmez;
Ancak satır aralarında yatan şeyin, önümüzdeki siyasi tabloyu ciddi şekilde etkileyecek kırılma noktalarına işaret ettiği ortada.
Deniliyor ki, 2026 yılının Nisan ayının ilk haftasında, yani 5 Nisan Pazar günü, Türkiye tekrar sandığa gidecek.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha aday olacak.
Karşısına ise Ekrem İmamoğlu değil, Mansur Yavaş çıkacak.
Bu tablo, sadece bir tahminin değil, siyasi satranç tahtasında yapılan hesaplı hamlelerin habercisi gibi.
Peki, bu nasıl olacak
Eylül ayında CHP’nin kurultay davası görülmeye başlanacak.
Mahkemeden çıkacak kararın, 2026’nın Ocak ya da Şubat ayına uzanması ve Özgür Özel’in genel başkanlığının düşürülmesi öngörülüyor.
Bu boşluğu dolduracak isim ise yeniden Kemal Kılıçdaroğlu olacak.
Olası bu değişiklik, partinin yönünü de yeniden şekillendirecek ve aday tercihini farklılaştıracak.
Kamuoyu yoklamalarında sessiz ama geniş bir kitleye hitap eden Mansur Yavaş’ın sahneye çıkması, bu değişimin en somut yansıması olacak.
Ancak bu senaryonun en dikkat çeken noktası, seçim sonucunun da içinde barındırılmasıdır.
Diyor ki bu sessiz bilen:
“Kazanan yine Erdoğan olacak. Hem de yüzde 6 ila 8 puanlık bir farkla.”
Neden mi?
Çünkü bu kez belirleyici unsur sadece adaylar ya da ekonomik veriler olmayacak.
Terörsüz bir Türkiye’nin güvenlik atmosferi ve buna bağlı gelişen demokratikleşme süreci, seçmenin kararını etkileyen temel faktör olacak.
Erdoğan’ın bu süreci yöneten lider olarak kamuoyunda güçlenmesi, muhalefetin kendi içinde yaşadığı kırılma ve belirsizliklerle birleştiğinde, seçim yarışının sonucu şimdiden belli hale geliyor.
Bu tablo, sadece siyasi bir analiz değil, aynı zamanda Türkiye’nin sosyopolitik kodlarına dair bir okuma sunuyor.
Seçmen davranışları, lider algısı, güvenlik politikaları ve siyasi partilerin iç dinamikleri bu senaryoyu besleyen damarlar gibi.
Bazen en gürültülü mitinglerin ortasında bile, bir fısıltı tüm tabloyu değiştirebilir.
Bu yazı da işte o fısıltılardan doğdu.
Adını siz koyun…
Kehanet mi, iddia mı, yoksa siyasi bir sezgi mi?
Zamanın terazisi en doğru cevabı verecektir.
Ama o gün geldiğinde, bu satırların bir köşede saklı kalması, hafızayı diri tutmak açısından önemli olabilir.
Çünkü tarih, bazen en beklenmedik şekilde, en sessiz sözleri doğrular.