Bu haftanın yazısını geçenlerde bir söyleşisini izlediğim Felsefeci Prof. Dr. Ahmet Arslan’ın konuşmalarının ışığı altında felsefe üzerine bir şeyler üzerine kurmuştum ki gece yarısı cep telefonuma gelen “bu sevgiyi bana sen aşıladın şimdi bırakma vakti” mesajı durumu değiştirdi. Belli ki Uğurcan’ın takımdan gitmesini protesto etmek için arkadaşlarıyla tesislere gitmiş. O kızgınlıkla mesajı yazmış.
Yeğenim Tayfun’dan gelen mesaja cevabı buradan verme nedenim; esasında meselenin sadece Tayfun’un değil bizim ortak meselemiz olduğudur.
Cemaat, tarikat, parti, kulüp gibi topluluklara mensubiyetin, bireysel tercihlerin rasyonaliteden uzak kişisel haz, aidiyetlik, büyüklük ya da başarı ile özdeşleşerek haz almaya yönelik olduğunu düşünenlerdenim.
Mensubu olduğun cemaatin ya da tarikatın sıratı müstakimde olduğunu kabul ederek bir yola girersin, sonu felaha çıkıyor inancıyla dergâha odun taşırsın.
Üyesi ya da sempatizanı olduğun partinin adaleti, kalkınmayı, refahı, barışı, huzuru getireceğine inanırsın ya da bana da bir iş, ihale düşer umuyla direklere tırmanır bayrak, afiş asarsın, yeni üye peşinde koşar, eşine dostuna partinin propagandasını yaparsın.
Sevdalısı olduğun takımın formasını giyip maçlarına gider attığı her golde paracı ev sahibine, hükümete, insafsız patronuna, düzene, derdini anlatamadıklarına isyanını gösterirsin.
Dergâhta, partide ya da neresi olursa olsun beklentilerinin karşılığını aldığın sürece orada bulunmaya devam edersin. Kendine ait hissettiğin sürece orada maddi beklenti ya da manevi haz peşinde koşarsın.
Bulunduğun yer artık sana bir şeyler vermiyor senden çok şeyler alıp götürüyorsa senin için artık düşünme vaktidir. Manalar, semboller, algılar, olgular, sebep sonuç artık ameliyat masasına yatırılmıştır. Kararlar arifesindesindir, demir alma zamanıdır. Yeni okyanuslar, denizler, limanlar vs.
Gideceğin yeni bir yerin olmasına da gerek yok. Başka bir cemaate, partiye geçmezsin, başka bir kulüp taraftarı olmazsın. Gidecek bir yerin olmadığından değil diğerlerine de yabancı olduğundan, senin için bir mana ifade etmediğindendir.
Yeğenimin taraftarlığı bırakması da Uğurcan’ın da transfer olması da rasyonalitenin bir gereğidir. Arada şöyle bir fark; Tayfun ya da onun gibiler daha iyi bir yer arayışından bırakmadılar. Aradıklarını, umduklarını bulamadıklarından bıraktılar ya da bırakıyorlar. Uğurcan ise daha iyisini bulduğu için bıraktı.
Şimdi kim Trabzonspor sevdalısı Tayfun mu? Uğurcan mı? Ben cevap vereyim her ikisi de.
Futbol artık endüstrileşti. Ben de dahil olmak üzere kimse kimseden Arafilboyundaki maşatlıktan çıkan Dozer Cemil’in “Ben Trabzonspor’u kaptanıyım başka bir takımın kaptanın arkasından nasıl sahaya çıkarım” demesini beklemesin.
Hamaset yapmak işin en kolayı. Hainlik, ihanet, vefasızlık suçlamaları ağır hem de çok ağır olur. Seven adama da yakışmaz.
Şeytanın avukatlığını yapayım. Uğurcan kötü kaleci olsaydı, sürekli hatalı goller yeseydi. Sırf Trabzonspor sevdalısıdır, bizim çocuğumuzdur, kalede durmaya devam etsin dermiydik? demezdik.
Uğurcan vereceğini verdi, alacağını aldı. Olaya böyle bakmanın daha makul ve hakkaniyetli olduğu kanısındayım. Teşekkür etmek erdemliktir.
Evet kabul ediyorum. Taraftarı olduğun takım puan kaybettiğinde sen o günü ve sonraki günleri kendine ve sevdiklerine zehir edersin, uyuyamazsın. Senin takımının futbolcusu da alamayacağı primden dolayı canı sıkılır o da taraftarın üzüntüsü kadar uzun sürmez.
Geldiğimiz noktada işin doğasında artık bunlar olmamalıdır. İstatistikler, menajerler, sözleşmeler.
Formayı armayı öpmelere doyamayan futbolcuları çok görmedik mi ya sonrasında yaptıklarını?
Orantısız sevgi, tutku tıpkı orantısız güç gibidir.
Gün gelir karşındakinden çok sana zarar verir.
Sen yine takımına gönül vermeye devam et. Galibiyetiyle sevin ama mağlubiyetiyle üzülme. Futbolcuların deyimiyle önümüzdeki maçlara bak.
Evet şimdi bırakma vakti orantısız, abartılı tutkuyu sevgiyi bırakma vakti.
Daha ciddi meselelerimiz var vesselam...