En son söylenecek sözü en başta söylemekte fayda var: Trabzonspor yönetimi, akıllı bir iş yaptı. Hem de öyle böyle değil… Türk futbol tarihinde eşine benzerine rastlanmamış bir rakamla, Uğurcan’ı Galatasaray’a 36 milyon Euro’ya sattı. Evet, yanlış okumadınız:
36 milyon Euro!
Türk futbolunda bazı futbolcuların fiyatını tartışırken, aklımızda hep şu soru olur: “Bu adam kaç para eder? Gerçek şu ki, bugün piyasadaki birçok futbolcu 36 milyon TL etmezken, Trabzonspor yönetimi bir file bekçisini 36 milyon Euro’ya satmayı başardı. Bu, sadece bir transfer değil; balığın kuyruğuna takılmış altın bir halka gibi tarihe geçti.
Bugün herkes eteğindeki taşı döküyor.
Kimisi diyor ki, “Kulübe büyük para kazandırdı.”
Kimisi, “Bu işte yanlış var” diye yönetimi yerden yere vuruyor.
Hatta bazıları, elinde balık temizler gibi, bıçağı bileyleymiş; başkanın istifasını istiyor.
Peki soruyorum size…
2016-17 sezonunda takımın başında Ersun Yanal vardı. O dönem kaleci antrenörü ne rapor yazmıştı? “Bu çocuk kale bakımından yetersiz, Trabzonspor’un kalesini koruyamaz. Her gün incirlik camiinin yanındaki Berber dükkanına gelen Uğurcan alt yapıdan kaleci antrenörü olan Ahmet Başkır’ın yanına gelip futbolu bırakacağını ve Trabzon’u terk edeceğini ağlayarak söylerdi. Gel zaman git zaman Ahmet Başkır Trabzonspor kaleci Antrenörü olunca Uğurcan’a şans verdi, Estaban’ı keserek kupa maçlarında Uğurcan’ı kaleye geçirdi. Uğurcan hakkında o rapor dokuz sene önce hayata geçseydi, bugün biz neyi konuşuyor olacaktık? Ya da sezon başında, Uğurcan için Manoca ve Benfica teklif ettiği 9 milyon Euro’ya ‘tamam’ denmiş olsaydı, şu anda kim balığın yanına kadehini koyup keyif yapabiliyor olacaktı?
Uğurcan’ın gönlü zaten Galatasaray’daydı.
Fenerbahçe?
Onları hiç istemedi.
Fener seyircisi, 90 dakika boyunca bu çocuğa öyle küfürler etti ki, balığın kılçığı bile utanırdı. Bugün dönüp aynı Fenerbahçeliye sorsan, “Keşke biz alsaydık” diyecek kadar boğazında diken var.
Evet, şimdi gelelim işin özüne: Trabzonspor, tarihinde belki de en büyük satışını yaptı. Hem de Türk futbolunun ekonomik çıkmazında, oksijen tüpü gibi bir satış bu. Bugün Ertuğrul Doğan ve yönetimine ağza alınmayacak sözler edenlere soruyorum: Balığı pişirmeden bu kadar yağ çıkarmayı hangi ustalıkla yapabilirdiniz? Şükür ki, bu transfer sadece bir satır arası değil; bir dönem başlığı oldu. Trabzonspor’a helal olsun. Başkanına helal olsun. Çünkü bu parayla sadece kasaya para girmedi; Türk futbol tarihine bir rekor, Trabzonspor’a ise bir destan yazıldı. Uğurcan artık başka renklerle denizlerde yüzecek. Ama biz biliyoruz ki, Karadeniz’in hırçın dalgaları kadar başka hiçbir deniz onu anlayamaz. Ve biz, hamsinin yanına meze koyarken şunu söylemeyi unutmayalım: Balığın kılçığı boğazına kaçan çok olacak… Ama Trabzonspor bu işi tertemiz yaptı.
TRABZONSPOR’DA İLK KEZ FUTBOLCU SATILMIYOR!
Kimler gitmedi ki bu formayla?
Ali Kemal Denizci mesela…
Karadeniz’in yüreği, dalgası gibi oynayan bir adamdı. Ama gitti. Neden?
Mecburiyetten.
Sonra Çaycı Ahmet gitti, Serdar Bali gitti.. Tabut Ali gitti.. Hüsnü gitti, Bahattin gitti, K.Şenol gitti… Necdet, Mehmet Ekşi kimler, kimler gitmedi ki..
Ve hepsinin arkasında bir kelime duruyordu: "Para."
Kusura bakmayın da bu camia yoklukla yoğrulmuş bir camia.
Fakir ama gururlu delikanlılar gibi, ceketinin düğmesiyle geçinen bir kulüp.
Ne zaman kasa boşalsa, gözler hemen sahaya döner…
Ve gençler "yatırım" olarak görülür.
Bugün Uğurcan gidiyor diye üzülüyorsunuz ya…
Hami’yi hatırlayın.
238 gol!
Bir şehrin hayaliydi o…
Ama Schalke’ye satıldı.
Kim ne dedi?
Koca bir suskunluk…
Belki içten ağlandı ama kimse “neden?” diye sormadı.
Tolunay Galatasaray’a, Orhan Kaynak Beşiktaş’a gitti.
Abdullah ve Ogün, Fenerbahçe’ye "büyük rakamlarla" gitti.
Kaleci Tolga Zengin gitti…
Yusuf Yazıcı bağıra bağıra Lille’e gitti..
O günlerde de “ilk kez futbolcu satılıyor” mu dediniz?
Dememişsinizdir… Çünkü alışmıştık!
Trabzon’un kaderiydi bu…
Bakın, bu satırları bir sitemle değil, bir hatırlatmayla yazıyorum.
Futbolcu satmak, bir kulübün aczi değil, bazen stratejisidir.
Ama "ilk kez oluyor" demek, tarihe hakarettir.
Trabzonspor hep satmak zorunda kaldı.
Ama her satıştan sonra da yeniden doğdu!
Bugün Uğurcan gidiyor, yarın bir başkası…
Ve evet, yine üzülürüz.
Ama bu kulübün mayasında yeniden var olmak var.
Biz her satılan yıldıza, altından daha parlak bir genç yıldız çıkaran şehiriz.
O yüzden, biraz sakin olalım.
Unutmayalım:
Trabzonspor tarihinin en büyük başarıları, en çok oyuncu satıldığı dönemlerden sonra geldi.
Futbolcu gider, forma kalır.
Para gelir, sevda baki…
Çünkü bu şehir "bordo-mavi" olmayı, hiç satılmayan bir duyguyla yaşar!
TERAZİNİN KEFESİ KIRIK!
Bir zamanlar futbol, adaletin yeşil zeminde top koşturduğu oyundu. Şimdi? Terazinin kefesi kırılmış, hakem düdüğü adaleti değil, şaşkınlığı temsil eder olmuş! Galatasaray -Rizespor maçında Ali Yılmaz, Trabzonspor -Samsunspor karşılaşmasında Adnan Deniz Karatepe... İki hakem, iki rezalet. Sahada futbol oynamaya çalışanlar vardı, bir de ne oynattığını bilmeyenler...
Ali Yılmaz kimdir bilen yok. O da ne yönettiğini bilmiyor zaten. Galatasaraylı futbolcuların gözünde büyümüş olmalı ki eli ayağı birbirine dolandı. Cesaret yerine tereddütle çıktı sahaya, sonra her düdükte biraz daha gömüldü tribünlerin öfkesine. Hakem dediğin, rüzgâra göre düdük çalmaz! Ama bu arkadaşlar sanki fırtınada yaprak gibi...
Karatepe’ye gelince... Adeta bir başka evrenin futbolunu yönetti. Kimin faul yaptığı, kimin haklı olduğu karıştı gitti. Ama karşısındaki yalnızca Trabzonspor değil, bir başka formayla maçı yaşayan bir hakemdi sanki.
Hakemler artık büyüklerden korkuyor. Fenerbahçe ve Galatasaray söz konusuysa düdükler pamuk gibi, kararlar kılıf gibi... Küçük takımın kaderi, büyük takımın formasına teslim ediliyor.
Sahada top değil, adalet yuvarlanmalı. Ama bizde her hafta başka bir "skor tiyatrosu" izliyoruz. Yeni yetme hakemlerle büyük maç yönetilmiyor. Tecrübe yok, özgüven yok, en kötüsü adalet duygusu yok! Türk futbolu nereye gidiyor diye soruyoruz ya... Yanıtı net: Adaleti yitirdiği yere!
Bir gün, sadece forma değil, vicdan taşıyan hakemlerle oynanacak maçları özlüyoruz. Çünkü futbol, düdüğün sustuğu, adaletin konuştuğu bir oyundur.
Bugün o oyunun adı başka: "Korku Ligi".
GERÇEK ŞAMPİYONLUK CESARETE ATILAN BİR KULAÇTA SAKLIDIR
28 Ağustos Perşembe günü Sürmene İlyas Kılıç Yarı Olimpik Yüzme Havuzu’nda yüreklere su serpen bir etkinlik vardı. Sadece kulaçlar değil, sevgi, emek ve dayanışma da yarıştı bu özel günde. Sürmene Gençlik Spor İlçe Müdürlüğü ile Halk Eğitim Merkezi’nin iş birliğiyle düzenlenen Özel Sporcular Yüzme Şenliği ve Yarışması, bu yıl da umutla ve coşkuyla gerçekleşti.
Zihinsel, fiziksel ve otizmli bireylerin katılımıyla düzenlenen bu anlamlı etkinlik, sadece bir yarış değil, gerçek bir şenlik havasında geçti. Her yaş grubundan özel sporcular kıyasıya yarıştı ama en çok da birlikte olmanın, eğlenmenin ve paylaşmanın mutluluğu kazanıldı.
Ben de o gün oradaydım. Yarışlara katıldım, kulaç attım, yüreğimi suya bıraktım… Ve kendi grubumda birinci olarak şampiyon oldum. Bu sadece bir madalya değil, yılların emeğinin, azmin ve inancın simgesiydi benim için.
Bu başarıda en büyük paylardan biri de yıllardır bana özel ders vererek yüzmeyi sevdiren, her yaz sabırla ve sevgiyle yanımda olan kıymetli antrenörüm Özer Civelek hocama aittir. Ona sadece teşekkür etmek yetmez; kendisini çok seviyorum ve inşallah uzun yıllar birlikte çalışmaya devam ederiz. Özer hocam gibi özel çocuklarla gönülden ilgilenen tüm kıymetli hocalarımıza sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Onlar sayesinde bizler güçleniyor, hayata daha sıkı tutunuyoruz.
Yarışmanın sonunda yapılan ödül töreni ise görülmeye değerdi. Her sporcu tek tek kürsüye davet edildi, madalyalarını büyük bir gururla aldı. Ardından tüm yarışmacılara küçük ama anlamlı hediyeler takdim edildi. Gönüller bir kez daha şampiyon oldu.
Allah emeği geçen herkesten razı olsun. Bu tür organizasyonlar bizler için sadece bir etkinlik değil, hayatın ta kendisi. Keşke şehrimizde daha sık bu tarz yarışmalar, buluşmalar düzenlense… Çünkü bizlerin ihtiyacı olan şey sadece spor değil; anlaşılmak, desteklenmek ve birlikte mutlu olmak.
O gün bir kez daha gördük ki: Gerçek şampiyonluk, cesaretle atılan bir kulaçta saklıdır.
DÜNYAYA AÇILAN TÜRK MÜHÜRLERDEN BİRİ
Hayat, başarıyı çoğu zaman bir rastlantı gibi sunar. Ama öyle anlar vardır ki, başarı; alın terinden, geceye meydan okuyan bir ışıktan ve doğruya duyulan sonsuz inançtan doğar. NKY Architects & Engineers tam da böyle bir yolun adı...2025 yılı... ENR’nin Top 225 Uluslararası Tasarım Firmaları listesinde 112. sıradayız. Hem de öyle bir sırada ki, ardında ne reklam ne de şans var. Sadece disiplin, bilgi, vizyon ve Türkiye’nin mühendislik gücünü dünyaya taşıyan bir irade var. Ve Türkiye listesi? Orada tablo daha da anlamlı: Sekiz yıldır zirvede değişmeyen bir imza... Adeta bu topraklardan çıkan bir mühendislik destanı: NKY.
Firmanın kaptan köşkünde Birhan Emre Yazıcı var. Onun bakışı bir plandan öteye gidiyor. Bir çizgide insan hayatını, bir hesapta şehirlerin geleceğini okuyor. Ve bu başarıyı “özverili ekip çalışmasına ve iş ortaklarının güvenine” bağlıyor. Alçakgönüllülükle yükselmek... Belki de en zor zanaat bu çağda.
Zaman, dünya çapında imzaların peşinde. İmza atmak kolay, ama izi kalacak bir imza bırakmak, her babayiğidin harcı değil. NKY, yaptığı her projede, girdiği her ülkede, bir Türk mührü bırakıyor. Bazen bir hastane koridorunda umut oluyor, bazen bir stadyum tribününde coşku, bazen de bir köprünün ayaklarında gelecek... Çünkü her başarı, arkasında anlatılmamış bin hikâye taşır. NKY’nin hikâyesi de, bu ülkenin yarınlarına atılmış en sağlam temellerden biridir. Yolunuz açık, imzanız kalıcı olsun...