Bir deniz kenarında gün batımının solgun rengine yaslanmış iki sandalye... Birinde sen varsın, diğerinde sessizlik. Rüzgâr usulca geçiyor üzerinden sanki senden kalan her cümleyi toplayıp uzaklara götürmek istercesine.
İnsan bazen hayatı kaçırdığını fark eder.
Koşarken, yetişmeye çalışırken, anlamaya niyetlenmeden yaşarken...
Bir an gelir, durur, denize bakar...
Ve orada kendini görür; eksilmiş, suskun, içi yarım.
"Sonra" derdik hep.
Sonra anlatırım.
Sonra buluşuruz.
Sonra affederiz.
"Sonra"nın içinde bir ömür beklettik kalplerimizi.
Oysa "sonra", hiçbir zaman sandığımız kadar geniş bir zamana ait değildi.
Bir kelimenin, bir tebessümün, bir özrün ağırlığını taşımak için çok kısa bir andı yalnızca.
Bir bakarsın yanında oturması gereken biri artık yoktur.
Bir ses, bir koku, bir bakış... Hepsi uzak bir hatıraya dönüşmüştür.
Ve o zaman anlarsın;
zaman kimseyi beklemiyor.
Hayat, bekleyenleri değil, cesaret edenleri ödüllendiriyor.
Kaç kere sustuk, sırf incinmesinler diye.
Kaç kere geç kaldık, sırf gururumuz önümüzde durduğu için.
Oysa bir özür kadar yakındı kurtuluş.
Bir gel demeye cesaret etsek, bütün soğuklar çözülürdü.
Ama biz hep erteledik.
Ve işte o ertelemenin içinde, yavaş yavaş silindi insan yanımız.
Boş sandalyeler birer anı değil artık, eksilen yanlarımızın sessiz tanıkları onlar.
Onlarda oturan dostlar, babalar, sevgililer...
Birbirimize söyleyemediğimiz sözlerle çekilip gittiler.
Ve bizse bakakalıyoruz o sandalyelere,
bir mucize olur da geri dönerler mi diye.
Ama olmuyor.
Çünkü bazı şeyler sadece bir kez yaşanabiliyor.
Bir gülüş, bir dokunuş, bir "iyi ki"...
Oysa hepsi kendi zamanında anlamlı.
Zamanı geçtiğinde, sadece boşluk kalıyor geriye.
Hayat bize hep aynı dersi fısıldıyor.
Erteleme.
Seviyorsan söyle. Özlüyorsan ara.
Affedebiliyorsan bekletme.
Çünkü bir gün, söyleyemediğin o sözün altında kalırsın.
Ve o zaman ne mevsim ne vakit yeter affa.
Ne deniz ne dağ ne de sandıklar saklar sessizliği.
"Sonra" dediğin her şeyin yerini bir gün "keşke" alıyor.
Ve hiçbir "keşke", bir "şimdi" kadar güçlü değil.
Belki de en büyük cesaret
bir sandalyenin boş kalmasına izin vermemektir.
Sonra gerçekten geç oluyor.
Ve o geç kalışın sesi kulaklardan hiç eksilmiyor.
Mevlânâ’nın sözüyle
"Ne kadar gecikirsen özlemin o kadar büyür. "
Ötelemeyin sözü, sesi, kavuşmayı.
Sonrasının telafisi olmuyor.
Muhabbetle...