İsrail’in Gazze, Filistin, Suriye, İran’a saldırması Irak’a gözdağı vermesi Hazar denizine kadar uzanan koridorda BOB hayalini gerçekleştirmeye çalışırken Suriye üzerinden Türkiye’yi savaşa mı çekmeye çalışıyor.
İsrail’in Suriye’ye saldırmasından sonra Türkiye’nin “Talep ederlerse destek veririz” açıklamasına Suriye’nin “Evet desteğe ihtiyacımız var” cevabı ne sonuçlar doğurur
Türkiye bu çağrıya cevap verirse nasıl bir durum ortaya çıkar.
Türkiye desteğe olumlu cevap verse ne olur, duyarsız kalsa ne olur.
ABD ve İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eski tozlu raflardan yeniden indirdiği, haritaların yeniden çizilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Ve bu karmaşanın tam ortasındayız.
Suriye’nin Türkiye’den destek talebi nasıl yorumlanmalı.
Ankara bu çağrıya kulak verirse ne kazanır, ne kaybeder?
Sessiz kalırsa hangi riskler ve avantajlarla karşı karşıya kalır?
Türkiye savaşa çekilmek mi isteniyor?
Tarihi ve coğrafi gerçekler gösteriyor ki, Türkiye bu tür krizlerin sadece komşusu değil aynı zamanda merkezindedir.
İsrail'in ardı ardına yaptığı saldırılar sadece askeri değil, aynı zamanda stratejiktir.
Gazze’de sivilleri hedef alan İsrail, bu şiddet politikasıyla sadece Hamas’ı değil, bölgedeki tüm direnci kırmak istiyor.
Suriye’ye yapılan saldırılarla İran etkisini sınırlamak ve Şam’ı yalnızlaştırmayı hedefliyor.
Bu denklemde Türkiye’nin Suriye’ye yardım kararı alması, onu İran ve Suriye ile aynı safa yerleştirir.
Bu da NATO içindeki pozisyonunu tartışmalı hale getirir.
Ancak daha önemlisi, Türkiye’yi, kontrolü son derece zor, cepheleri belirsiz bir savaşın içine çekme çabasıdır.
Böylesi bir adım, Batı tarafından ‘eksen kayması’ olarak algılanır, ABD-İsrail ikilisi tarafından ‘tehdit’ olarak değerlendirilir.
Bu, ekonomik yaptırımlardan diplomatik izolasyona kadar geniş bir sonuçlar zincirini tetikleyebilir.
Peki, Türkiye ne yapmalı?
Burada mesele, sadece bir çağrıya verilecek cevap değil.
Bu cevap, Türkiye’nin sadece bugünü değil, gelecekteki 10 yılını hatta geleceğini belirleyecek bir yol ayrımıdır.
Bu nedenle tepkiler duygusal değil, stratejik olmalıdır.
Suriye ile açık savaş cephesine girmek yerine, diplomatik desteği öne çıkarmak gerekir bana göre.
Türkiye, bu süreçte arabulucu rolüyle öne çıkmalı, Suriye’nin egemenliğine saygı duyduğunu, ama askeri angajmana girmeyeceğini açıkça ifade etmelidir.
Böylece bölge halkları nezdinde güven kazanırken, uluslararası sistemde de itidalin sesi olmalı.
İsrail’in yayılmacı politikalarına karşı “ortak vicdan cephesi” kurulmalı.
Türkiye, Gazze için nasıl ses yükselttiyse, aynı duyarlılığı Suriye halkı için de göstermelidir.
Ama bu sesin tonu, füzelerle değil, uluslararası hukukla ve diplomasiyle şekillenmelidir.
Bu tutum, Türkiye’yi hem mazlumların yanında hem küresel meşruiyetin merkezinde tutmaya yetecektir.
BOP hayaline karşı, çok kutuplu bir denge siyaseti izlenmelidir.
İsrail’in Gazze-Suriye-İran hattındaki yayılmacı tutumu, aslında bölgeyi parçalayarak enerji ve nüfuz hatlarını kontrol altına alma planıdır.
Türkiye bu oyunun dengeleyici gücü olmalıdır.
Bölge halklarının iradesine saygılı, kendi bağımsız vizyonunu sürdüren bir güç olmalıdır.
Suriye’nin destek olun çağrısına cevap verirsek ne olur, vermezsek ne olur?
Cevaba evet dersek Türkiye, yeni bir askeri cephe açar kendine.
Bu cephe içeride ekonomik yük, dışarıda diplomatik baskı yaratır üzerimize.
İran’la yakınlaşır ama Batı ile mesafe koyar.
Rusya ile çıkarları yeniden çakışır.
Ulusal güvenlik riski artar, Suriye’deki dengeler daha karmaşık hale gelir.
Cevaba hayır dersek de kısa vadede eleştirilse bile uzun vadede itidalli tavrıyla diplomaside söz sahibi olur.
Bu da Türkiye’yi sadece bölgesel değil, küresel vicdanın da temsilcisi konumuna taşır.
Sonuç olarak aklın yolu birdir
Türkiye artık sadece bölgeyi izleyen değil, yön veren bir ülke konumundadır.
Ama yön vermek için sahaya inmek değil, oyunu doğru okumak gerekir.
Suriye’ye verilecek cevabın şekli; bir savaşın fitili mi olacak yoksa barışın zemini mi?
Bu soruya verilecek en doğru cevap;
"Silahla değil, sağduyuyla verilen mücadele kazanılır" cümlesinde saklıdır.
Ve Türkiye için asıl zafer, bu kaosta savaşanlardan biri olmak değil, çözümün adresi olabilmektir.