Kolay değildir doğduğun büyüdüğün, suyunu içtiğin, havasını soluduğun yerlerden ayrılmak. Hele de sevdiklerini ve sevenlerini ardında bırakarak. Yeni bir hikâye, aşk ya da savaş fark etmez bir de bakmışsın ki düşmüşsün yollara. Ülke için, vatan için, ekmek için, aş için...

Ait olduğun yerlerden belki de hiçbir zaman ait olamayacağın yerlerde başka bir şeylerin mücadelesini verirsin. Kimine göre anlamlı kimine göre de beyhude.

Hayata, zamana, sisteme meydan okumalarında kimin ne söylediği hiç umurunda olmaz. Yeter ki ismin hep saygı duyulacak bir isim olarak kalsın. Baki’nin dediği gibi “fani olan bu dünyada, baki kalan hoş bir seda olabilmek” tir hayatın başarısı.

Sonucunda “İşte geldik gidiyoruz” dediğimiz ama adam gibi gitmemiz gereken bir yoldur hayat.

Her uzvunun oynamayacağı omurgalı bir yolculuktur hayat.

Emr-i Hakk vaki olduğunda iyi anılması gereken bir yolcu olabilmektir hayat.

O da doğduğu, büyüdüğü yerlerden yeni bir savaş için düşmüştü yollara. Memleketinden çok uzaklarda olsa da kültürel kodlarından hiç kopmamıştı. Ruhuna üflenmiş, mayasına katılmış coğrafyadan, ikliminden, yağmurundan, sisinden hep beslendi. Hırçınlığını Karadeniz’in sert dalgalarından, dik duruşunu belki de doya doya içine çekemediği ladin ormanlarından almıştı.

Üniversite yıllarımda yazılarını okumak için derginin o haftaki sayısının çıkmasını sabırsızlıkla beklerdim. Bir kez okumakla yetinmezdim bir daha okurdum döner bir daha okurdum. Kendimi bulduğum, gördüğüm satırlarını ezberlerdim.

Sisteme, düzene yaptığı sert eleştirileri, sosyolojik analizleri ve kültürel hayatımıza iz bırakan anılarını edebi bir dille anlatması kaleminin müptelası yapmıştı bizleri. Yazıları samimi ve içtendi. Kelimelere, cümlelere döküyordu söyleyemediklerimizi. Duygularımıza tercüman oluyor dedikleri cinstendi yazıları.

İnandığı, doğru bildiği şeyleri korkusuzca söyledi. Eğilip bükülmeden adam gibi dik yaşadı. Çıkarı menfaati uğruna kimselere dalkavukluk yapmadı. Kaleminin namusu ile geçindi. Kimsenin adamı olmadı hep bu toprakların adamı oldu.

Dönemin ulusal kanalı SkyTürk de yayınlanan söyleşilerdeki samimi, içten ve yüksek duygulu konuşmaları daha geniş kitlelere ulaşmasına vesile olmuştu. Bir keresinde yine hararetli konuşmalar yaptığı bir programını izlerken rahmetli annemin dikkatini çekmiş olmalı ki kim olduğunu sordu. Bende dilim döndüğünce, annemin anlayacağı şekilde anlatmaya çalıştım. Arif kadınmış ki çok isabetli bir tespit yaptı “Belli ki çok derdi var oğlum” dedi. Annem haklıydı O’nun çok derdi vardı. Toprağına yabancılaşmış aydınlarla, cumhuriyet düşmanlarıyla, emperyallerle, zalimlerle, vurguncularla, dalkavuklarla, rantçı zibidilerle derdi vardı.

Sinsi, sivri, tehlikeli gördüğü her şey ile mücadele etmekten geri durmazdı. Vatan, toprak cumhuriyet uğruna kavgaya girişmeyeceği kimse yoktu. Cızz eder elini yakar uzatma dedikleri ateşlere elini uzatmaktan hiç korkmadı.

Bizim bölgenin tipik inatçı, kavgacı, huysuz adamlarındandı. Rahmetli babamdan biliyorum ceketini giyerken zorlandığında ceketiyle bile kavga edenlerdendi. O da kavgacıydı ama vicdanlıydı. Huysuzdu ama merhametliydi. Mücadeleciydi ve hiç pes etmedi. Mertti, ağzına geleni kimseden korkmadan çekinmeden söyleyen cesur biriydi. Sinirlendiğinde söylediği küfürler tam da vaktinde perondan çıkan hızlı tren gibiydi. Ne erken ne de geç. Ne eksik ne de fazla.

Kötü şeyler olsa da eline sigara, ağzına küfür yakışıyordu.

Rahmetliyi en son, Hüseyin Koloğlu’nun hapishane yıllarındaki anılarını, dönemin siyasi analizleriyle birlikte harmanladığı “Bir Ülkücünün Hapishane Günlükleri”nin geçen yıl yapılan imza gününde görmüştüm. Elinde sigarası yılların yorgunluğu üzerine çökmüş gibiydi. Ama söylemleri yine her zaman olduğu üzere zıpkın gibiydi.

O’nun için hem birey hem de ülke olarak bağımsızlık ekmek kadar su kadar önemliydi ve vazgeçilmezdi. Sadece vatana ve cumhuriyete taraf oldu. O hep bağımsız kaldı. Mazlumun yanında durdu, haksızın karşısında oldu. Hiçbir hesabın peşinde koşmayan hasbi bir adam yalnız bir kurttu.

O’cusun bu’cusun diye suçladıklarında “Ben vatanımın yanındayım, ben Allah’ın yanındayım, ben hukukun yanındayım” derdi. “Kırk yıldır yazıyorum kimseden para almadım. Hiç kimsenin de adamı olmadım. En büyük gururum da budur. Böyle yaşadım böyle de öleceğim” dedi ve dediği gibi de emanetini teslim etti.

Sezen Aksu’nun söylediği gibi “ne kavgası bitti ne de sevdası, ömrü bitti ama gönlü biran olsun geçmedi sevdasından”

Katıldığın son programda söylediğin üzere “Bizim Cumhuriyetimiz var ve Cumhuriyetimize sahip çıkacağız.”

Mekânın cennet olsun Yalnız Kurt.

Mekânın cennet olsun Nihat Genç ağabey.