Trabzonspor, her zamanki gibi fırtınalı bir denizin ortasında. Ama bu kez kaptan farklı. Ertuğrul Doğan, rüzgârı arkasına almayı değil, rüzgârla savaşmayı seçti. Geçtiğimiz Cumartesi yapılan Ekim ayı Olağan Divan Kurulu toplantısında tablo netti:
Üç büyüklerin borcu 30 milyar liraları zorlarken, Trabzonspor’un borcu itibariyle 4 milyar 255 milyon 973 bin 334 lira olarak açıklandı. Tabi bu 31 Ağustos 2025 tarihi itibariyle açıklanan borç durumu. Uğurcan Çakır'ın satışından gelen para bilançoya yansıdığında bu borç Başkan Ertuğrul Doğan'ın açıkladığı 2 milyar 850 milyon lira seviyelerine gelmiş olacak.
Evet, yanlış duymadınız.
Borç ödemek artık kahramanlık sayılmıyor bu ülkede ama, Trabzonspor’un bütçe defterinde bu rakam altın harflerle yazılmalı. Bazıları anlamaz, bazıları anlamak istemez. Bir kulübün geleceği sadece transfer tahtasında değil, masa başındaki cesarette şekillenir. Ertuğrul Doğan o masada yumruğunu masaya değil, tarihe vurdu. Bir düşünün; kulübün 38 dönümlük M. Ali Yılmaz Tesisleri dışında eli yüzü düzgün bir geliri yokken, devletin kapılarını aşındırmış, beş büyük araziyi Trabzonspor’un hanesine kazandırmış. O araziler bugün değil ama yarın, belki de Trabzonspor’un nefesi olacak.
İşte vizyon böyle bir şeydir.
Bugünü kurtarmak değil, geleceği inşa etmektir. Ama ne yazık ki bu ülkede bir şey yaparsan konuşurlar, yapmazsan da konuşurlar. Ertuğrul Doğan da o konuşanların hedefinde. Kimisi “niye bu kadar suskun” diyor, kimisi “fazla konuşuyor.” Oysa adam işine bakıyor. Kimi zaman kendi şehrinden, kendi insanından bile darbe yiyor ama davasına sırtını dönmüyor. Trabzonspor’un başkanı olmak ateşten gömlek giymek gibidir. Ama o gömleği teriyle ıslatabilen bir başkan, bu camiaya helalinden miras bırakır. Doğan bunu yapıyor. Sahada alınan her puanın arkasında, gece gündüz masa başında verilen bir savaş var. Bugün eleştirenler, yarın o araziler gelir getirdiğinde susacak. Belki de “zaten belliydi” diyecekler. Ama tarih, bugünün sesine değil, yarının eserine bakar.

Ertuğrul Doğan, sessiz ama dirayetli bir başkan portresi çiziyor. O, “Trabzonspor’u yaşatmak için kavga eden” bir adam. Kimi zaman yalnız, kimi zaman yorgun… Ama asla vazgeçmeyen. Ve ben diyorum ki; Bu şehirde çok başkan gördük, Ama kimse bu kadar eleştiriyi sırtlayıp da bu kadar net bir tablo ortaya koyamadı. Trabzonspor’un bugünü değil, yarını konuşulacaksa, o yarının mimarlarından biri de şüphesiz Ertuğrul Doğan’dır.
NAZAR DEĞMESİN
Bu sene herkes Trabzonspor’u konuşuyor. Sokakta, kahvede, televizyonda… Bir isim geçiyor dudaklardan; bazen kıskanarak, bazen hayranlıkla: Trabzonspor. Oysa sezon başında kimse bu tabloyu çizeceğini düşünmüyordu. Yapılan transferlerin her biri, daha ayağının tozuyla yargılandı. “Kim bu adam?” diyenler, bugün aynı isimleri göklere çıkarıyor. Eleştiri yağmuruna tuttukları futbolcular şimdi fırtına gibi esiyor. Ve ne gariptir… O fırtınanın sesine şimdi herkes kulak veriyor. Bu şehir, zor günleri çok gördü. Ama ne zaman bir araya gelse, yüreğini koysa ortaya, hep ayağa kalktı.
Trabzon insanının bir özelliği var: İnanmadan alkış tutmaz, ama inandı mı da yüreğiyle sahip çıkar. Şimdi yine öyle bir dönem yaşanıyor. Tribünlerin sesi, sokağın nefesi, kalplerin ritmi aynı tempoda atıyor: Trabzonspor! Bazı başarılar sadece skor tabelasında yazmaz. Bir takım yeniden doğduğunda, bir şehir yeniden umutla dolduğunda, işte o zaman başarı gerçek olur. Bu sezon Trabzonspor tam da bunu yaptı. Sadece maç kazanmadı, inancını geri kazandı.

Yeniden bir hikâye yazıyor bu şehir kalemiyle, teriyle, duasıyla. Şimdi herkes konuşuyor… Ama biz biliyoruz ki, bu hikâyenin sesi en çok rüzgârın estiği o sahil şehrinde duyulur. Orada, her çocuğun kalbinde bir bordo-mavi düş vardır. Ve o düş, her eleştiriye, her önyargıya rağmen büyümeye devam eder. O yüzden diyorum ki; Nazar değmesin bu takıma… Bu şehir yine kendine benzemeye başladı. Trabzonspor, yine Trabzon gibi kokuyor.
GÖNÜL ELÇİSİ MURAT AKIN
Bazı insanlar vardır, dokundukları her kalpte bir iz bırakırlar. Onlar ne makamla büyür, ne unvanla ölçülür. Gönülleriyle tanınır, dualarla anılırlar. İşte o isimlerden biri de Ariana Holding Group Yönetim Kurulu Başkanı, Murat Akın… Hayat yolunda, “veren el” olmanın kıymetini bilen bir gönül insanı o. Yediden yetmişe herkese el uzatan, kimseyi ayırmayan, kimseden karşılık beklemeyen bir iyilik elçisi. Onun nazarında insanın büyüğü küçüğü olmaz, kalbin değeri olur. Kimi zaman bir öğrencinin harçlığına umut, kimi zaman bir annenin duasına vesile olur. Hayırsever iş insanıdır. Her adımı bir hayra, her sözü bir gönle dokunur.

Cumhuriyetimizin 102. yılı dolayısıyla yayınladığı mesajda da yine o bilgece sesleniş vardı: “Biz Türk milleti olarak dünyada başka dostumuz olmadığını bilerek, birbirimize daha sıkı sarılmalıyız. Cumhuriyetimizi korumak, Atatürk’ün bize bıraktığı en büyük emanettir. Huzur, mutluluk, refah ve dünyada barış diliyorum.”
Ne kadar sade, ne kadar derin bir cümle…
Zamanın hızına kapılmış bu çağda, hâlâ “barış” diyen, hâlâ “huzur” dileyen insanlar var demek ki. Murat Akın, sadece bir iş insanı değil; toplumun vicdanında yankı bulan bir gönül sesi.
Cumhuriyet Bayramı, bir milletin yeniden doğuşunun hikâyesidir. Ve o hikâyede Murat Akın gibiler, Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Cumhuriyetin gerçek sahipleridir. Çünkü onlar, bu toprakların iyiliğe inanan sessiz kahramanlarıdır. Bugün bir kez daha anlıyoruz ki, gönül elçileri oldukça bu ülkenin umudu hiç bitmez. Ve biz biliyoruz ki, her sabah doğan güneş gibi, bu milletin yüreğinde de hep bir Murat Akın sıcaklığı parlayacaktır.
TRİBÜNLER BOŞ KALMAMALI
Papara Park’ın ışıkları yanıyor…
Ama tribünlerde bazı koltuklar karanlıkta kalıyor.
Bir cumartesi akşamı, Karadeniz’in tuzu havada, rüzgâr saçlarımızı okşuyor ama yüreğimiz eksik. 37 bin 815 bilet basılmış, 30 bin 850’si satılmış. Yüzde 81,4 doluluk... Güzel rakam, ama Trabzonspor rakamla ölçülmez ki!
Trabzonspor bir matematik değil, bir inançtır.
O inanç, eskiden yağmurda sırılsıklam olup da şarkı söyleyen o tribünlerdeydi. Karda, tipide, mağlubiyette bile pes etmeyen o çocuklarda, o babalarda, o kadınlarda, o şehirdeydi.
Şimdi takım zirveye oynuyor, şampiyonluğun nefesini duyuyoruz ama tribünlerde sessiz kalan bir taraf var.
O sessizlik, bu takıma yakışmıyor!
Bakın dostlar…
Bu arma, bir şehrin alnındaki terdir, bir halkın onurudur.
Bu forma, sahada sadece on bir kişiyle değil, tribünde on binlerce kalple savaşır.
Eğer o kalpler yerini doldurmazsa, eksik kalır bu hikâye.
Trabzonspor’un nefesi tribünle güçlenir, sesi taraftarla yankılanır.
O yüzden, bahaneye yer yok! Bilet pahalıymış, hava soğukmuş, rakip önemsizmiş. Hiçbiri bahane olamaz bu sevdaya!

Bu sevda, sırtını döneni affetmez.
Bu şehir, boş kalan koltuğu değil, boş kalan yüreği unutur.
Papara Park dolmalı!
Her maçta, her dakikada, her tezahüratta dolmalı!
Çünkü Trabzonspor yalnız kalırsa, eksik kalır.
Bu şehir yeniden ayağa kalkacaksa, önce tribünlerden başlamalı.
Unutmayın…
Bu takımın gerçek gücü, tribünlerde atan o yüreklerdir.
Ve o yürekler sustuğunda, futbol bile yetim kalır.
HAKEM CAMİASI PİSLİĞİN İÇİNE BATMIŞ
Türk futbolu sahada oynanmıyor artık…
Bir tiyatro perdesi açılıyor, alkışlar duyuluyor, ama ortada futbol yok; sadece iyi oynanmış bir oyun var!
Yıllardır söylüyoruz: Bu ülkede adalet düdükle değil, cüzdanla çalıyor.
MHK’nin başındaki isim bile bahis batağında yüzüyorsa, gerisini siz düşünün.
TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu sustu, sustu sonunda patladı:
“571 aktif hakemin 371’inin bahis hesabı var, 152’si aktif bahis oynuyor.”
Şaşırdınız mı?
Ben şaşırmadım.
Çünkü yıllardır gözümüzün önünde dönen o dümenlerin kimlerin cebine hizmet ettiğini herkes biliyor.
Ama kimse konuşmaya cesaret edemiyor.
Bu ülkede hakem düdüğü sadece sahada çalmıyor artık;
bazen telefonun ucunda,
bazen bir kuponun üzerinde,
bazen de vicdanın en karanlık köşesinde çalıyor.
Sonra çıkıp “Futbol ahlak işidir” diyorsun…
E peki, sahada penaltıyı yutan kim?
Kırmızıyı göstermeyen, VAR’a bile bakmadan vicdanını susturan kim?
Yoksa o vicdan, o cüzdandaki bahis hesabına mı yeniliyor?

Hakem adaletin terazisidir derler…
Ama bu ülkede terazinin bir kefesi hep dolu.
Kim dolduruyor, kim boşaltıyor, kim yönlendiriyor?
Cevabı herkes biliyor, ama herkes susuyor.
Çünkü sistem kirlenmiş…
Üstü çamurla değil, suskunlukla örtülmüş.
Şimdi TFF Başkanı “temizlik” diyor.
Eyvallah, güzel laf.
Ama bu kir sabunla çıkmaz!
Bu iş “temiz futbol” demekle olmaz.
Önce o düdüğü kirleten elleri temizleyeceksin.
Gerekiyorsa bütün düdükleri toplayıp bir müzeye koyacaksın.
Altına da bir levha asacaksın:
“Burada futbol öldü.”
Bazıları diyor ki, “Başkanın bu çıkışı futbolu sarsar.”
Bırak sarsılsın!
Zaten yıllardır uyuşmuş, kokmuş, kangren olmuş bir yapıyı ancak sarsıntı ayıltır.
Türk futbolu öyle bir hale geldi ki;
top bile utanıyor artık, bazı düdüklerin ardından yuvarlanmaya.
Evet, İbrahim Hacıosmanoğlu risk aldı, taş attı.
Ama önemli olan taşın nereye düştüğü değil, kimleri rahatsız ettiği…
Şimdi göreceğiz;
o taşın altında kimler kalacak, kimler saklanacak.
Ve unutmayın:
Futbolu kirletenler, o düdüğü çalanlardan değil;
o düdüğü duymamazlıktan gelenlerden korkun!
BİR SALONUN HİKÂYESİ
Bazen bir insanın adı bir binanın tabelasında değil, duvarlarına sinen iyilikte yaşar. Hayat, çoğu zaman sessiz kahramanların hikâyesidir; alkış beklemeden yapanların, yaptığını gösterişe çevirmeyenlerin.
Trabzonspor’un yöneticisi Birhan Emre Yazıcı, o sessiz kahramanlardan biri. Futbolun gürültülü dünyasında, şehrin kültürüne uzattığı zarif bir el… Ne statlarda yankılandı, ne manşetlerde büyütüldü ama bir şehrin kalbine dokundu. Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun salonu yenilenecekti. Kimi hesap yaptı, kimi bütçe sordu.
O ise sadece bir cümle kurdu:
“Biz yaptıralım.”

Ne masraf sordu, ne zahmet hesapladı. Söz verdi, tuttu. Sahnesinden koltuklarına kadar, ışığından kokusuna kadar yepyeni bir nefes kazandırdı tiyatroya. Bir bina değil, bir kültür mabedi onarıldı o dokunuşla.
O zarif davranış, bakanlığın da gözünden kaçmadı. Ve o salonun girişine bir isim yazıldı:
“Bihran Emre Yazıcı Salonu.”
Kimine göre bir jestti bu. Kimine göre bir teşekkür.
Ama bana göre; bir şehrin ruhuna atılan en güzel asistti.
Çünkü bazı insanlar, isimlerini betona değil, insanlığın kalbine yazar.
Ve o yazı, hiçbir zaman silinmez.
BİÇİLENLER KULÜBÜ
Futbolun adalet terazisi bir kez daha şaştı. Galatasaray, Göztepe karşısında sahada değil, düdükte kazandı. Osimhen’in rakibine yaptığı net faul, göz göre göre es geçildi. Hakem, sahadaki emeği lime lime doğradı. Ve maçtan sonra Göztepe’nin attığı o tek kelimelik paylaşım; “Biçildik.” Aslında bu ülkedeki bütün Anadolu takımlarının ortak sesi oldu.

Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan, aylardır aynı cümleyi söylüyor: “En çok bizim hakkımız yeniyor, Anadolu’nun sesi kısılıyor.” Bugün bir kez daha haklı çıktı. Çünkü bu ligde herkes biliyor; Adalet, formaya göre çalınıyor. Bir taraf dokunulmaz, diğer taraf “biçilmiş” kaderiyle baş başa… Yazık bu oyuna, yazık bu emeğe.