Türkiye İstatistik Kurumu, her ne kadar işsizlik oranını yüzde 9 civarında açıklıyor olsa da, gerçekte bu yüzde 15’i buluyor, gizli işsizlerle de yüzde 20’yi aşıyor. Aşıyor aşmasına da, bir yandan da özellikle tarımda çalışacak işçi aranıyor.
Sebebinin de “İşsiz ama iş seçenler” ile “Sadece masa başında çalışmayı” iş sahibi olmak sayanların çokluğundan olduğu artık açık seçik biliniyor.
Demek istiyorum ki, inançlarının emrettiği “Çalışmayı” değil de, “Yan gelip yatmayı” en büyük ibadet sayar haline gelmiş bir toplum yapısı ile karşı karşıyayız.
Bunlara delil aramak için de şairin;

“Gidip de yorulma çok uzaklara,
Gel sen seni benim içimde ara” çağrısına bakmak değil, akıl ile kulak vermek yeterlidir!
Verince de, işsizliğin had safhada olduğu, ama işçi bulmanın da bir o kadar zor olduğu Bayburt’ta ki patates hasadı için atılan başlığa takılıp kalmamak da mümkün mü?
İşte gazetedeki manşet: “Patates hasadına İranlılar geldi!”
Tıpkı, Mayıs’ta başlayan çay toplama işini, Suriyeli destekli Gürcülerin yapması gibi…
Ağustos’ta fındık bahçelerine Afganlıların girmesi gibi…
MASA BAŞINDA, FINDIK AHKÂMI KESMEK…
Hani denir ya; “Masa başından ahkâm kesmek!”
Ya da, “Ankara’dan nutuk atmak!”
Son günlerde fındık piyasasında adı sık sık gündeme gelen Rekabet Kurumu adına fiyatın artmasından söz edilmesi gibi!
Böylesi sözler edilirken, görülmesi gerekenler vardı. Ama görmediler.
Neleri mi?

Birincisi; sezon başında fındıkta fiyat 350 liranın üzerini de görmüştü.
İkincisi; Rekabet Kurumu yetkilisinin “Müdahale ettik, fiyat arttı” demesi amma!
Üçüncüsü; ziraat odaları temsilcileri başta olmak üzere tüccarın, protokol sonrası piyasada bir fiyat artışın söz konusu olmadığını beyan etmesi.
Dördüncüsü; 3 aşağı 5 yukarı Doğudan Batıya kadar fındık fiyatının halâ 300 liranın altında olması.
Beşincisi ve sonrası; yok yılına rağmen fiyatta çok yükselme beklentisi ihtimalinin düşük olması…
SOKAKLARDAN TOPLANACAK HAYVANLAR!
“Trabzon’da sokak hayvanları hızlıca toplanacak” iddiası karşısında hayvan severlerin “Bu kadar gaddar olmayın” çağrısına kimse itiraz etmesin, eylemesin!
Ama ben edeceğim.
Bırakın gaddarları toplasınlar!
Neden mi?
Şundan dolayı:
“Hayvan” tarifini; “Kontrolü olmayan, ne yapacağı tahmin edilemeyen, hareketleri ile başta insanlar olmak üzere her türlü canlıyı rahatsız edip, onlara zarar verenler” olarak yapıp, bu benzerlik üzerinden toplama işlemi gerçekleştirilecek ise, bırakın toplasınlar, hatta gaddarlık yapsınlar!
Dahası, ”Hayvan severler toplayıcıların işlerini de kolaylaştırsınlar!”
Çünkü mevcut tarife göre, sokaklardan toplanması gereken o kadar “İki ayaklı” var ki!
İnanın, “Dört ayaklılara” sıra bile gelmez!
FINDIK KABUĞUNA SIĞAR MI? SIĞMAZ MI?
Önceki gün, içinde fındık olduğu için rahmetli üstat Osman Arolat’ın farklı bir uygulama için 20 yıl önce Dünya Gazetesi’ndeki yazısını sütunlarımıza almıştık.
“Kale kapısından sığmaz da, fındık kabuğuna sığar” temalı yazıya fotoğraflı bir itiraz geldi!
İtirazın belgesinin kapağında da; “Fındık Kabuğuna Sığmıyor” yazıyor.
17 Haziran 2000’de Ankara’da yapılan, bizimde katıldığımız; “2000’li yılların başında fındık üretimi, sanayisi ve pazarlaması” konulu panelin ismi, “Fındık Kabuğuna sığmıyor” olarak belirlenmişti.
Her ne kadar, Rahmetli Arolat’ın kast ettiğinden farklı olsa da, “Sığar- Sığmıyor” ibaresi de fındıkta düşündürmüyor değil!
Panelin açış konuşmasını yapan dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı A. Kenan Tanrıkulu’nun, günümüzün tartışmasına denk düşen bir cümlesi ile şimdilik kapatalım:
-“Tarım sektörüne yönelik destekleme politikalarını sadece yüksek alım fiyatı belirlemekten ibaret kabul eden bir anlayıştan hızla uzaklaşmak gerekmektedir.”
SİYASET ERBABININ ARACILI KONUŞMASI!
Siyaset erbabının, hele hele yerel de, yani her gün yüz yüze gelebilme, karşılıklı konuşabilme ihtimali yüksek olmasına rağmen, yalan veya doğru hemen hemen muhabbetin tamamını, adeta birbirlerinin her söylemine cevap vermek gerekirmişçesine, ben diyeyim “Basın”, siz söyleyin “İletişim Araçları” vasıtasıyla yapmalarına “Anlam veremiyorum” dersem, yanlış olmaz!
Tabii normal şartlarda, demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile işlevini yerine getirdiği ülkelere bakınca anlam veremiyoruz.
Ama:
“Türk Tipi” diye garip bir demokrasi anlayışının icat edilip uygulandığı!
Dinimizce en büyük haram olan “Yalan”ın, siyasetçiye “Politikada olur” sayılarak mubah kabul edildiği!
Yetmedi; “Çamur at izi kalsın” mantığının hakim olduğu,
Dahası “Aklın” değil, “Algının” iş gördüğü bir ülke söz konusu ise, her türlü, yanlışa, aykırılığa “Anlam verememek” de, hiç doğru değil galiba!
Diyeceksiniz ki, “Bu kadar anlamsızlığı kendine malzeme edinen basın da bizden çok sizin sorumluluğunuzda. Çareyi de siz düşünün!”
Siz de haklısınız!
DÜNDEN BUGÜNE
Ömer Lütfü Mete gibi
1950 ile 2009 arasına sığdırdığı hayatı biz “Mezar taşındaki bir çizgi kadar kısa” olarak nitelersek, emin olun çoğu kişinin değil çizgisi, noktası bile olmaz.
Rize’nin İyidere ilçesinden olan “inandığı için gereğini yapmak” direnci için kendini beşeri ve ilahi ilimlerle donatmasını bilen “Has Adam” Ömer Lütfü Mete, geçici duraktan, nihai olanına vasıl oldu.
(1950-18 Kasım 2009)
Allah’ın rahmetinin üzerinde olduğunu düşünebileceğimiz ender insanlardan biriydi sevgili Mete.
O tercihini, “Ne bana haksızlık yapılsın, ne de ben başkasına yapayım. Ama önüme zoraki olarak, ‘ikisinden birini seçeceksin’ diye konursa, bu dünyadan ötekini, birine haksızlık yapmış olarak gitmek istemem” diyerek “kendine haksızlık yapılmasından” yana tercihini kullanacak kadar Allah dostu, Türk Milleti sevdalısı bir insan, iyi bir gazeteci, usta bir yazardı.
Allah, herkese geçici alemden kalıcısına Ömer Lütfü Mete gibi dönebilmeyi nasip etsin.
20 KASIM 2009
KISSADEN HİSSE

Nasreddin Hoca, Konya Kadısı iken, “acil” diyerek birbirinden şikayetçi olan 2 kişi evine gelmiş. Mahkeme kurulmuş.
Hoca önce birini dinlemiş; “Haklısın” demiş.
Sonra diğerini ve ona da; “Haklısın” demiş.
Olup bitene şahitlik eden karısı da, “Hoca, bu nasıl iş? İkisine de haklısın diyorsun” diye kelâm edince, Kadı Nasreddin; “Hanım, sende haklısın” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmış.