Truva filminde Aşil, annesine Truva’ya savaşa gitme noktasındaki fikrini sorduğunda annesi: Eğer Truva’ya gitmezsen güzel bir karın, güzel çocukların ve mutlu bir hayatın olacak.

Çocukların senin yiğitliğini anlatacak, daha sonra torunların ve onların çocukları senden bahsedecek. Ama bir nesil gelecek ve sen unutulacaksın. Eğer Truva’ya gidersen, büyük kahramanlıklar gösterecek, destan olacak ve sonsuza kadar senin yiğitliklerin dillerde dolaşacak, ebedi bir kahraman olacaksan, ama geri dönmeyeceksin.

Aşil mutluluğu değil, ebedi kahramanlığı seçmiştir. Burada bir annenin çocuk yetiştirmedeki duruşu görülmektedir. Çocuğa bencil olma, mutlu olma değil bir milleti kurtaracak kahraman olmanın sırları verilmektedir.

Avrupa bir dönem bu anlayış üzerinden çocuklarını yetiştirmeyi, kahramanlarına milletleri için kendilerini feda etmeyi öğretmeye çalışıyordu. Fakat onlar da bu anlayışı fazla sürdüremedi, zamanla herkes kendisini için yaşamanın yollarını tercih eder oldu.

Bizim kültürümüzde başkalarının menfaati için kendi menfaatinden fedakârlık yapma manasına gelen diğerkâmlık (diğergamlık) diye bir kavram vardı, Bu anlayışın izlerine günümüzde rastlamak çok daha az olmaktadır. İlkokulda başlayan ve hayata atılana kadar devam eden rekabetçi sınavlar nedeni ile çocuklar, paylaşma, birilerine yardıma koşma duygularını kaybetmektedirler.

Günümüzde aileler, yaşlandıklarında kendilerine sahip çıkması, mirasın boşa gitmemesi, evlat duygusunu gidermesi için bir veya iki çocuk yapmakta ve bunlarla tüm isteklerini karşılamak istemektedirler. Bu ortamda büyüyen çocuklara karşı aileler, daha koruyucu olmakta, çocuklarına karşı daha fazla sorumluluk almaktadırlar. Bu düşünce, çocukların yetişme tarzına yansımakta, çocuklar iradelerini ortaya koymaları gereken dönemlerini aile baskısı altında geçirdikleri için hayata karşı daha savunmasız kalmaktadırlar.

Yeni nesil çocuklarda akraba kavramı da gittikçe yok olmaktadır. Çekirdek ailelerin tek çocukları birbiri ile evlendikleri zaman o aile içinde amca, dayı, hala,  teyze gibi akrabaların karşılığı olmamaktadır. En yakın çevreden mahrum olan çocuklar, diğer çocuklara nazaran kendilerini yalnız hissetmekte, bu durum da onların içlerine kapanmalarına, kendilerini yalnız hissetmelerine neden olmaktadır.

Aile baskısından bunalan, her şeyin hazırına alışan, öz saygısını kazanamayın çocuk, aynı zamanda sosyal medya aracılığı ile bir iki dakikalık kısa videolarla zihnini beslemekte, bu da onu sabırsız, her şeyden hemen sonuç alınmasını isteyen, uzun süreli direnç geliştirmeye tahammülü olmayan bir alışkanlığa sürüklemektedir.

Sosyal medya çocuğa özgür olmasını dikte ederken en basit ihtiyaçlarını gidermede ailesine bağlı bağımlı olan gençler, istekleri ile becerileri arasında sıkışıp kalmaktadır. Bu durum, daha ziyade yaşlılarda görülen istek irade çelişkisini doğurmakta, iki duygu arasına sıkışmış genç, benlik duygusunu kazanmada zorluk yaşamaktadır.

Böyle bir ortamda bir çocuk yetiştirmek, eski dönemde on çocuk yetiştirmekten daha masraflı, daha stresli ve de çok daha yorucu olmaktadır. Günümüz şartları, hem ailelerin hem de çocukların işini çok daha zorlu kılmaktadır.

Avrupa’da önce aile yok oldu, aile kavramı yok olunca eş ve hatta cinsiyet kavramı anlamını yitirdi. Aşırı özgürlük nedeni ile cinsel tercihler değişti, bu da cinsiyetsizliğin yayılmasına neden oldu.

 Türkiye’de tüm hızı ile Avrupa’ya doğru yaklaşmaktadır. Aile bağlarının çok zayıfladığı bir dünyada sağlıklı bir çocuk yetiştirmek çok daha zor olmakta, bizim için yaşanması daha kolay olduğunu sandığımız bu hayat daha büyük sıkıntıları da beraberinde getirmektedir.