Yazın sıcağında, güneşin altında fındık toplamayı oldum olası hiç sevmemişimdir. Benim nazarımda; gözümün içine düşen tozlar, sırtımdan, koynumdan içeri giren börtü böcekler yeşil fındık bahçelerinin uzaktan görünen tüm sevimliliğini yerle bir etmeye yeter de artar bile.
Konuya yabancı kişinin bunların abartı olmadığını anlaması için iki – üç saat fındık toplaması yeterlidir. Yeşil doğa, temiz hava, bol oksijen hayalleri yerini Ferdi Tayfur’dan ‘Bende bu dağların nesine geldim’ şarkısına bırakır. Bu sefer köye değil şehre kaçış planları üzerine kafa yorarsın. Zavallı hayvanların kıllarına ve insanların giysilerine yapışan dikenli pıtrakları daha saymadım bile. Bu yabani pıtrak otlarının dikenli tohumları insanı ifrit eder. Üstüne başına yapışır. Canını yakmasa da pıtraklarla cebelleşmek durumunda kalmak keyfini kaçırır. ‘Hay senin’ diye başlayan küfürler, ‘bir daha gelirsem’ yeminlerine karışır ama o yeminler her defasında bozulur. Fındığa, çaya gitmemek için çok baba bir mazeretin ya da epey yürek yemiş olman gerekir.
Rahat, huzurlu fındık toplaman için bu yabani otların bağı, bahçeyi, fındıklığı sarmaması için gerekli temizliği mutlaka yapmak zorundasın. Gelişigüzel akışına bırakamazsın, bırakırsan bir dahaki gelişinde değil fındık toplamak yürümekte dahi zorlanırsın. Gerçi bizim oraların gabanlarında yürümek ayrı bir hüner ister ya o da ayrı bir sıkıntı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde -Fatih Karaca desem kimsenin tanımayacağı- Mabel Matiz'in 'Perperişan' adlı şarkısına 'kamu düzeni ve genel sağlığa aykırılık' gerekçesiyle erişim engeli talebinde bulunmuş, bu gelişmenin ardından İçişleri Bakanlığı da konuyla ilgili bir açıklama yaparak şarkıcı hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu duyurmuştu.
Bunun öncesinde tamamen proje olduğunu düşündüğüm Manifest grubu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, "hayasızca hareketler" ve "teşhircilik" iddiasıyla açtığı soruşturma kapsamında mahkemeye çıkmıştı. Daha sonrasında grup yaptığı açıklama ile planlanmış konserlerini iptal ettiklerini duyurmuşlardı.
Örnekleri çoğaltmak oldukça mümkün her yerden dikenli pıtrak gibi boy veriyorlar. Sosyal medyada, ekranlarda gözümüze gözümüze sokuyorlar.
İster komple teorisi deyin ister yok daha neler deyin. Üst akıl dediğimiz küresel aktörler yeni bir dünya yaratma derdindeler. Dünyanın kıt kaynaklarını heba etmeyecek, onlara göre nitelikli, yönetilebilir bir nüfus hedeflediklerinden dijital paradan, iklim değişikliğine, ülke sınırlarından cinsiyete kadar geniş bir yelpazede tüm tuşlara basıyorlar.
Emperyal kültür ya da pop kültür ile suya sabuna dokunmayan, olup bitene kafa yormayan, düzeni sorgulamayan zemini müsait hale getirmeye çalışıyorlar. İnsanı metalaştıran, kutsallarından ve değerlerinden uzaklaştıran her ne varsa onlar için kıymetli ya bizim için?
Diğer ülkeleri bilmem ama bizim ülkemizde hala durumun ehemmiyetini ve ciddiyetini kavrayamayan, uzatılan zokaları yutmaya hazır bir Esra Erol, Müge Anlı kitlesi var. Dikkat ederseniz hemen hemen tüm yarışmalarda, dizilerde, filmlerde aile ve toplum yapısını tehdit eden, değerleri hiçe sayan renkli ama kötü karakterlere sıklıkla yer veriliyor. Yapımcıların senaryoyu incelerken bu karakterlerin olmasını tercih etmeleri şaşırtıcı değil artık.
Adı sanı, popülaritesi, içeriği ne olursa olsun toplumu zehirleyen bu dikenli pıtraklara kesinlikle müsamaha gösterilmemelidir. Yasaksa yasak, engelse engel. Tabi ki yasaklamalar, soruşturmalar, engeller beraberinde düşünce ve ifade özgürlüğünü, sanat özgürlüğü, kadın özgürlüğü, LGBT özgürlüğü tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Devlet, sesi çok çıkan çılgın azınlığın gürültüsüne aldırmış etmeden makul çoğunluğun haklı isteklerini yerine getirmelidir.
Anayasa kanunlar devlete böyle bir görevi zaten veriyor.
Anayasa’nın ilgili hükümleri çerçevesinde oluşturulan devlet politikaları “Kadın ve erkeğin evlilik bağıyla kurulan, milli ve manevi değerlerin taşıyıcısı olan ailenin her türlü zararlı eğilimden korunması, sağlıklı nesillerin yetişmesi, dinamik nüfus yapısının ve kalkınmanın istikrarlı bir biçimde sürdürülmesi için aile kurumunun güçlendirilmesini” temel almaktadır.
Yaklaşan fırtına görülmüş olmalı ki bu doğrultuda aile kurumunun öneminin vurgulanması, aile içindeki birlik ve beraberliğin korunması, mevcut riskler karşısında ailenin topyekûn desteklenmesi amacıyla 2025 yılı, “Aile Yılı” olarak ilan edilmiştir.
Aile yılı demişken onlarda Dallas varsa bizde de Kızılcık Şerbeti neden olmasın diyerek ailenin raytinge kurban edilmesinde hiçbir beis görmeyen yapımcıların muhafazakar geleneksel aileyi de olayın içine katması sadece rayting değil normalleştirme çabasıdır.
Uyumadan önce Kızılcık şerbeti izlemeyi pardon içmeyi unutmayın. İyi uykular…