Fatih Tekke, Gaziantepspor maçının ardından bir cümle kurdu. Kısa, net, ama içi dolu: "Oyun olarak taraftarı çekmek zorundayız, bu oyun çekmez."
Sadece bir cümle mi?
Hayır.
Aslında bir ayna...
Futbolcudan teknik heyete, yönetimden tribünlere kadar herkesin yüzüne tutulmuş acımasız bir ayna. Çünkü bu oyun ne göze hitap ediyor, ne yüreğe... Ne coşku var sahada, ne istek… Trabzonspor formasının hakkı bu değil! Sahadaki takım ne savaşıyor, ne direniyor.
Top çevirmekle futbol oynanmıyor artık.
Geri pas, yan pas, dur kalk...
Oysa futbol; cesaret ister, karakter ister, ruh ister!
Ve bu şehir, ruhsuz futbola sabır göstermez!
Trabzon sokaklarında sabahları çayın yanında en çok futbol konuşulur.
Çocuklar okuldan çok maç saatini düşünür. Bir şehrin kaderi bir topun peşine bağlanmışken, bu kadar silik oyun kime yakışır?
Unutmayın…
Burası Trabzon!
Sıradan bir Anadolu şehri değil.
Burası, formasına sevdalı milyonların kalbinin attığı yerdir.
Avni Aker’in tozu, Akyazı’nın rüzgârı bile rakibi titreten bir ruhtu bir zamanlar.
Ama şimdi ne iz var, ne izlenim…
Ne savaş var, ne savaşan…
Bir futbolcu topu her aldığında tribün, "yine geri oynayacak" diye iç geçiriyor.
Taraftar umutsuz, sabır taşına bile sabır öğretmiş durumda.
Kimi kandırıyorsunuz?
Her maç sonrası aynı klişeler, aynı bahaneler…
Ama ne yazık ki gerçekler hep aynı:
Trabzonspor sahada yok! Bu saatten sonra kimse “ligin başı” masalına sığınmasın. Geçen sezonun hayal kırıklığı hâlâ bu şehrin sinesinde kor gibi duruyor. O kor yeniden yanarsa, bu defa sadece formalar değil, umutlar da kül olur! Taraftar ne skor bekliyor, ne yıldız transfer… O yüreğini sahaya koyan, mücadelesiyle alkışı hak eden bir takım istiyor. Omuzlarında o kutsal formayı taşıyan herkes anlamalı artık:
Bu forma ağırdır!
Ya hakkını verirsiniz ya da bu şehir o formayı size çok görür!
Fatih Tekke’nin sözleri, sadece bir eleştiri değil.
Bir uyarı, bir feryat, bir haykırış…
“Bu oyun çekmez” derken aslında şunu söylüyor:
Bu futbol Trabzonspor’un kaderini taşıyamaz!
Ve artık herkes şapkasını önüne koymalı…
Futbolcu da, teknik heyet de, yönetim de, camia da…
Çünkü bu şehir yalandan başarıya doydu.
Silik futbolla gelirse bir iki galibiyet, adı başarı değil tesadüf olur.
Ve unutmayın: Tesadüfler tarih yazmaz!
MUCİ TRABZONSPOR’UN ON NUMARASI DEĞİL
Bazen forma büyük gelir futbolcuya.
Bazen beklenti ağır gelir, omuzlar taşımaya yetmez.
Ve bazen, bir oyuncunun "on numara" yazan sırtı, tribünlerin kalbine dokunmaz.
İşte Muci’nin Trabzonspor’daki hikâyesi böyle başladı.
Transferin son gününde Beşiktaş’tan alınan Arnavut oyuncuya, belki son dakikanın telaşıyla, belki de umut olsun diye, on numara teslim edildi.
Ama şu iki haftada sahada gördüğümüz tablo açık:
Muci, on numara değil... Sekiz buçuk bile değil.
Fatih Tekke ısrarla ilk 11’de başlatıyor, belki o da umuyor "belki bu maç..."
Ama olmadı, olmuyor, olacak gibi de durmuyor.
Sahada geçen dakikalar Muci’ye değil, Trabzonspor’a yazık ediyor.
On numara forma her futbolcuya verilir ama…
On numara sorumluluk herkese uymaz!
Bu şehir, Hami'yi, Yattara'yı, Sosa'yı, Hamsik’i, Colman’ı gördü.
Tribün, gözü kapalı "bir şey yapar" diye beklediği oyunculara alışkın.
Ama Muci topu alıyor, dönüyor, kayboluyor.
Ne oyun kuruyor, ne yön değiştiriyor, ne de sorumluluk alıyor.
Futbolcu sahada kendini hissettirir.
Muci, sahada değilmiş gibi oynuyor.
Ve bu oyunun içinde yoksa, Trabzonspor’un hedeflerinde hiç yok.
Kimse kimseyi kandırmasın.
Transferin son günü telaşıyla yapılan bu hamle, bir numara değil, olsa olsa zar attırır.
Ve o zar, Trabzonspor adına fena gelmiş gibi.
Bu performans böyle devam ederse, Muci sahada değil, kenarda oturur.
Trabzonspor'un yükünü bu oyunla taşıyamaz, sadece yorar.
Fatih Tekke’nin de görmesi gereken şey şu:
Israrla denemek bazen çözüm değil, kayıptır.
Ve her kayıp puan, bu sezonun geleceğinden çalınan bir parçadır.
Trabzonspor'da "on numara" sadece bir forma numarası değildir.
O, oyunun aklıdır, ruhudur, beynidir.
Ve üzülerek söylüyoruz ki…
Muci’de bunların hiçbiri yok.
ONANA KALEDE GELECEK GÜVENDE
Bazı adamlar sadece formayı terletmez.
Şehrin hüznünü, tribünün coşkusunu, taraftarın hayalini omuzlarında taşır.
Ve bazı adamlar vardır...
Kaleye geçince, hayata geç kalmış umutlar da ayağa kalkar.
Onana...
Manchester’dan gelen değil, kalbimize düşen adam.
Sisli İngiliz sabahlarını bırakıp, Karadeniz’in gürleyen dalgalarına sığındı.
Ama öyle bir geldi ki...
Rüzgâr yön değiştirdi.
Top ağlara değil, gözlere kaçtı.
29 yaş...
Kimi için rakam, Onana için sadece bir virgül.
Çünkü kalecilik, yaşla değil, yürekle yazılır.
Ve o yürek, bu şehirle aynı ritimde atıyor.
Gaziantep maçındaki o pas…
Bir oyun kurucudan farksız.
Ayağından çıkan top değil, geleceğe yazılan bir mektup gibiydi.
Onuachu imzaladı, taraftar okudu.
Ceza sahası onun evi değil, tahtı.
Yan toplar mı? Onun için zeminle gökyüzü arasında fark yok.
Her topa öyle bir yükseliyor ki, tribünlerde kalp atışları da havalanıyor.
Ey yöneticiler!
Bu hikâye kısa cümlelik bir masal olmasın...
3 yıl mı?
Az bile!
Onana bu şehre sadece kurtarışlar değil, karakter de getirdi.
Bu karakter, forma gibi giydirilmez; doğuştan gelir.
Trabzonspor'un bu sezonki en isabetli hamlesi: Andre Onana!
Manchester United'dan geldiğinde soru işaretleri vardı.
Ama iki maç yetti:
Artık kimse “Onana olur mu?” demiyor,
“Hemen sözleşme uzatılmalı” diyor!
29 yaşındaki kaleci, adeta kale direkleriyle bütünleşti.
Hem ayağıyla, hem eliyle, hem de zekâsıyla oynuyor.
Gaziantep maçındaki asist?
Kalecilerin yapmadığını yaptı.
Artık o kalede panik yok!
Onana varsa, rakip umutlanamaz.
Taraftar rahat, savunma güvenli, takım huzurlu.
Yönetim ne bekliyor?
1 yıllık kiralık sözleşme, bu adam için az.
Masaya şimdi oturulmalı.
En az 3 yıllık kontrat şart!
Çünkü böyle kaleciler her sezon bulunmaz.
Onana sadece topu değil, camiayı da taşıyor.
KOLTUK SEVDASI MI, ŞEHİR SEVDASI MI?
Fenerbahçe kongresinde yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, ülke futbolunda çifte standart hâlâ dimdik ayakta. Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında oynanan maçta "şike" kelimesini kullandığı için linç edilmeye çalışılan Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç’in sözleri üzerinden fırtınalar kopartılırken, bugün aynı kelimeyi geçmişte sarf edenler alkışlarla başkanlık koltuğuna oturtuluyor. Bu, sadece bir çelişki değil; aynı zamanda bu ülkenin vicdan terazisinin nasıl sarsıldığının da göstergesidir.
Fenerbahçe'nin yeni başkanı Sadettin Saran ve onunla aynı safta duran Hakan Bilal Kutlualp’ın geçmişte şike süreciyle ilgili söyledikleri hafızalardan silinmedi. Arşiv unutmaz. Kongre üyeleri, o sözleri duymamış gibi yaparak, bugün geçmişin “itiraf” gölgeleri altında bir başkanı seçmiş oldular. Bu tabloyu görmeyen varsa, ya gözünü kapatmıştır ya da görmezden gelmeyi tercih ediyordur.
Ancak bu yazının asıl muhatapları Trabzon’un milletvekilleridir.
Trabzonspor bu şehrin ortak paydasıdır. Her siyasi görüşten, her renkten insanın gönül verdiği bir değerdir. Ancak görüyoruz ki, bu şehrin değerine sahip çıkma konusunda ciddi bir suskunluk hâkim. Mecliste Trabzon’un vekilleri koltuklarını koruma derdine düşmüş, ama temsil ettikleri şehrin sesine sağır kalmış durumdalar.
Soruyorum: Neden sessizsiniz?
Trabzonspor’a yapılan haksızlıklar karşısında neden gıkınız çıkmıyor? Yoksa "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın"cılar arasında mısınız? Bu şehir size oy verirken sadece Ankara’da el kaldırın diye mi verdi o yetkiyi? Trabzonspor kırmızıçizgimizdir diyorsanız, bu çizginin üzerinden hoyratça geçilirken neden kenardan izliyorsunuz?
Siyasi geleceğiniz için susuyorsanız, bilin ki bu şehir bu suskunlukları unutmuyor. Belki bugün koltuğunuzu korursunuz ama yarın sandıkta o suskunluk karşınıza çıkar. Bu şehir, kendisine yapılanı da, sessiz kalanları da iyi bilir, iyi yazar bir kenara.
Ahmet Metin Genç’in söylediği bir kelime üzerinden kıyamet kopartılırken, kongre salonlarında aynı kelimeyle koltuk kazanılıyorsa, bu çifte standarda dur demek sadece belediye başkanlarının değil, bu şehrin vekillerinin de görevidir. Ya Trabzonspor’un yanında olursunuz ya da koltuk sevdasının gölgesinde kaybolursunuz. Seçim sizin.
HAKEMLERLE BU İŞ BÖYLE YÜRÜMEZ
Trabzonspor - Gaziantep FK maçını dikkatle izledim. Maçın ilk düdüğünden itibaren sahada ne yaptığını bilen, organize ataklar geliştiren taraf Trabzonspor’du. Topa daha fazla sahip olan, pozisyon üreten, oyunu yönlendiren bizdik. İlk yarıda oyunun her anlamda kontrolü bizdeydi. Ancak futbolda sadece iyi oynamak yetmiyor; önemli olan skoru bulmak. Ne yazık ki tüm üstünlüğümüze rağmen golü atan taraf Gaziantep FK oldu. Bu da futbolun adaletsizliğini bir kez daha gözler önüne serdi.
İkinci yarıya ise istediğimiz gibi başlayamadık. Oyunun temposunu kaybettik, sahada bir süre ne yaptığımızı bilemez haldeydik. Ancak dakikalar ilerledikçe yeniden toparlandık. Kalecimiz Onana’nın mükemmel bir oyun görüşüyle yaptığı uzun asist ve Onuachu’nun klas vuruşu sayesinde 1-1’lik eşitliği sağladık. Bu gol hem tribünlere moral verdi hem de takımın özgüvenini artırdı.
Golden sonra Trabzonspor oyunun kontrolünü tamamen eline aldı. Baskı kurduk, kanatları etkili kullandık, rakip ceza sahasında ciddi tehlikeler yarattık. Ancak ne yazık ki galibiyet golü bir türlü gelmedi. Futbol şansı yanımızda değildi belki ama esas mesele bu değil!
Asıl sorunumuz, sahada futbol oynamaktan çok hakem kararlarına karşı savaş vermemiz oldu. Verilmeyen fauller, çalınan haksız düdükler, görmezden gelinen pozisyonlar. Türkiye Futbol Federasyonu'na buradan açıkça sesleniyoruz: Trabzonspor maçlarına atadığınız hakemleri artık daha dikkatli seçin. Her hafta başka bir hakem kriziyle uğraşmak, taraftarı da oyuncuları da yıpratıyor.
Biz sahada sadece rakibimize karşı mücadele etmek istiyoruz. Ancak son dönemde rakibimizden çok hakemlerle uğraşıyoruz. Bu durum artık sadece Trabzonspor’u değil, Türk futbolunun güvenilirliğini de ciddi şekilde zedeliyor. Futbol sahada oynanır; masa başında değil, hakem hatalarıyla hiç değil! Bu iş böyle devam etmez. Artık yeter! Futbolun güzelliği, adaletiyle vardır. Adaletin olmadığı yerde sadece öfke ve güvensizlik kalır. Bu oyun böyle devam edemez. Bu iş böyle yürümez! (EFE KAAN ÖZTÜRK)
EMİN ELLERDEKİ HATIRALAR
Trabzon Karayolları 10. Bölge Müdürlüğü’nün Ar-Ge birimi, tabeladaki ismiyle değil; yüreklere dokunan insanlarıyla anılıyor bugünlerde. Başmühendis Semih Peker’in nezaretinde yürüyen işler, sadece mühendislik değil; bir şehrin belleğini, ruhunu da inşa ediyor adeta. Bazen bir oda olur da, duvarlarına anılar siner. Bazen bir çay sohbeti, yılları geri sarar. İşte öyle bir gündü.
Semih Başkan’ın odasında mühendislik çizimleri bir kenarda dururken, masanın üstüne çocukluk anıları yayıldı. Yusuf Alimisoğlu, Bekir Çelik, İsmail Başban.. Her biri, Yavuz Selim’in toprağından çıkan tozunu yutmuş, terini bırakmış adamlar. Mühendis olmuşlar, müdür olmuşlar ama içlerindeki o çocuk hâlâ top peşinde.
Yıllar önceydi… Karadeniz Gazetesi’nin manşetleri, şehirde yankı olurdu.
Yusuf bir maçta hat-trick yapınca, “Koca Yusuf” diye çıktı manşet. O sayfa, o gün bugündür kalbimizin gazetesidir. Bekir’in gülüşü hâlâ mahalle maçlarındaki saflığı anlatıyor. İsmail’in kelimeleriyle, Yavuz Selim’in o benzersiz rüzgârı yüzümüze çarpıyor yeniden.
Futbolun sadece bir oyun olmadığını anladık o an.
O; dostluktu, hayaldi, kardeşlikti. Bazen top yerine teneke kutularla oynanan bir öğle sonrasıydı. Bazen annemizin diktiği yamalı formalarla, bazen de sokak lambalarının altındaki son düdüktü
Söz döndü dolaştı, maç öncesi ritüellere geldi.
Kimi, elinde simit ile, kimi cebinde bir sandviçle çıkar yola… Peyniri erimiş ama hayali diri. Kimi, “bugün kesin gol atacağım” diye uyur. Kimileri de mahalle arasında kurulan 5 liraya 5 forma bahsini hâlâ unutamaz.
Ve o heyecan, bugün Ar-Ge binasında bir projeye duyulan inançla aynı terazide tartılıyor artık. Semih Peker’in odasında, çayın buğusuna karıştı geçmiş. Semih Başkan’ın tebessümü; hem bir mühendisin inceliği, hem de içinden futbol geçen bir Trabzon çocuğunun bakışlarıydı.
İnsan, kendini unutur ama sokağını unutmaz. Biz bu şehirde sadece büyümedik, bu şehirle birlikte büyüdük. Karayollarının Ar-Ge’si gerçekten emin ellerde… Ama daha güzeli, hatıralar da o ellerde.
Ve bazı anılar vardır, rafa kaldırılmaz. Tıpkı Yavuz Selim’in tribünleri gibi… Tıpkı o çimlere düşen ilk gol sevinci gibi.. Yıllar geçer, işler değişir, yollar yapılır… Ama içimizdeki çocuk, o statta hâlâ maçın başlama düdüğünü bekler.
Çünkü bazı rüzgârlar, yüze değil; yüreğe çarpar.
Ve bazı dostluklar, ne mühendislikle ölçülür, ne zamanla eksilir…
Trabzon’da bazı işler vardır…
Ne kadar teknik olursa olsun, içinde mutlaka yürek izi vardır.