İçimde bir yer, sabahın ilk ışığıyla birlikte usulca çöktü.

Hiç beklemediğim bir anda, hiç hesapta yokken…
Bir genç kızın ardından yükselen ağıt, bir annenin o tarifsiz çığlığı yüreğime saplandı.

Dün komşumuzun kızı Elif kızımız, daha hayatın baharında, daha saçlarına rüzgârın masal bile anlatamadığı yaşlarda ayrıldı aramızdan.
Ne olduğunu anlayamadan
Ne olduğunu anlayamadan biz elimizi kalbimize attık,
Annesi ise yüreğini ikiye böldü.

O ağıtı duydum…
O feryadı işittim…
Kadının ciğerinden kopan ses evin duvarlarına çarpmadı, hepimizin içine çarptı.
Sanki hepimiz onunla birlikte yere çöktük.
Aynı acıyı hissettik, aynı yükü taşıdık, aynı kelimesizliği yaşadık.

Sabah iş yerine geldiğimde hâlâ o ses kulaklarımdaydı.
Ama karşıma sosyal medyada bambaşka bir sahne çıktı,
Yavrularını titizlikle koruyan, üstlerine kapanan, küçücük bedenlerini kendinden bile sakınan birkaç anne kedi…

Bir anda düşündüm
İşte annelik böyle bir şey.
Bazen bir canlının yüreğine sığar kainat
Bazen de bir annenin gözyaşı kadar büyük olur dünya.

Ne kadar konuşursanız konuşun, anlatamazsınız.
Ne kadar okumaya çalışırsanız çalışın, anlayamazsınız.
Anlatılmayan, açıklanmayan, ölçülmeyen bir şeydir annelik…
Sadece yaşanır.
Hissedilir.
Yüreğinize bir kere düşer ve oradan hiç çıkmaz.

Hem Saniye teyzenin acısı hem de izlediğim o videolar içimde bir yerleri paramparça etti.
Ve sonra…
Annem geldi yüreğimin tam orta yerine oturdu.

Hanife Hatun Camii’ne doğru bakan penceremin önünde durdum.
Arkasında çarşaf gibi uzanan o denize
Sanki bugün dalgalarını bana doğru kaldırıyor,
“Dur, bir an soluklan, bir an düşün” diyordu.

Ben ise uzaklara daldım yine.
18 yıldır bitmeyen bir özlemin içine…
Gözlerimden damlayan yaşlar klavyemin tuşlarına düştükçe içim daha çok acıdı.

Neler geldi geçti birden gözümün önünden…
Annemin sesi, yüzü, dokunuşu, ter kokusu, saçlarını okşayışım, bana kızışı, bana gülen bakışı…
Hepsi aynı anda çöktü üzerime.
Yüreğim burkuldu.

Anneler…
Ayaklarının altı öpülesi o büyük yürekler…
Meğer neler çekiyormuşsunuz.
Meğer ne acılara göğüs geriyormuşsunuz.
Allah sabırların en büyüğünü vermiş size.
Sırf evlat diyebilmek için.
Sırf nefesi nefesinize değsin diye.
Sırf kokusu burnunuza sinmişken bir daha hiç çıkmasın diye.

Ben anneme doyamadım.
Doyamadım kokusuna.
Doyamadım saçlarının arasında kaybolmaya.
18 yıldır yoğuruyor beni bu acı.
Her sabah yeni bir özlem, her gece başka bir sızı…

Onu her düşündüğümde canım acıyor.
Öyle bir acı ki ne geçiyor ne dinliyor ne hafifliyor.
Sadece alışıyormuş gibi yapıyorum.
Aslında alışmıyorum.
Sönmeyen bir ateş var içimde.
Kor olup yanıyor.
Ve ben, her geçen yıl onu daha çok seviyorum ama bir o kadar daha fazla özlüyorum.

Ama ne yaparsam yapayım,
Elini tutamıyorum.
Sesini duyamıyorum.
Kokusuna sarılamıyorum.

Sesini üzerime örtemiyorum
Sinesine sığınıp çocukluğuma dönemiyorum.

Belki de bu yüzden bugün çok kırılganım.
Belki de Elif kızımızın annesinin acısı hepimizin içindeki eski yaraları kabarttı.
Belki de bir annenin yitirdiği evlat, diğer evlatların yitirdiği anneleri hatırlattı.

Evet…
Bugün duygusalım.
Bugün içimde koca bir dağ var.
Bugün içimde annem var.

Dokunmayın bana…