Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle yüzyıllardır doğudan batıya, güneyden kuzeye uzanan göç yollarının tam merkezinde yer alıyor.
Misafirperverliğimiz, kültürel zenginliğimiz ve doğal güzelliklerimiz, tarih boyunca bizi dünyanın birçok yerinden insanların ilgisine açık hale getirdi.
Ancak son yıllarda bu ilgi, artık taşıması zor bir yük haline dönüştü.
Özellikle yaz aylarında Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelen düzensiz turist akını, büyük şehirlerde ve kıyı bölgelerinde halkın yaşam standardını doğrudan etkilemeye başladı.
Bugün yaşadığımız sorun; ne göçmen düşmanlığı ne de yabancı karşıtlığıdır.
Asıl mesele, devletin düzenleyici ve denetleyici mekanizmalarının ciddi şekilde yetersiz kalmasıdır.
Birçok vatandaşın artık sessizce dile getirdiği bir gerçek var.
Şehirlerdeki ortak yaşam alanları, giderek kontrolsüz özellikle Arap kalabalıkların baskısı altına girdi.
Ülkelerinden gelen orta ve dar gelirli Arapların alışveriş yaptığı zincir marketlerde, semt pazarlarında ve piknik alanlarında ciddi bir yoğunluk yaşanıyor.
BİM, A101, Şok,
Kadınlar pazarı, toptancılar siteleri,
Aldıkları da ne sadece bir karpuz iki ekmek, bir de su
Toptancıların olduğu yerlerden alış veriş yaparlar
Bindikleri kiralık arabalara düşmanca davranırlar,
Ayaklarıyla kapılarını kapatırlar, gavur malı gibi kullanırlar
Diğer arabalara zarar verirler
Gelen Arap ailelerinden 5 aileden biri alış-veriş yapar ancak
Arapların bu tür alışkanlıklarıyla birlikte toplumsal yaşam kurallarına uymama eğilimleri halkta rahatsızlık yaratıyor.
Toplu taşıma araçlarında, sahillerde, dere kenarlarında hatta çocuk oyun parklarında bile göze çarpan kuru Arap yoğunluğu, sadece fiziki değil, kültürel bir baskı unsuru haline de gelmiş durumda.
Gelen Arapların büyük bölümü kısa süreliğine ülkeye gelse de; ne konaklama, ne tüketim, ne de kamu düzeni açısından bir denetime tabi tutulmuyor.
Turizm, ekonominin can damarlarından biridir.
Ancak turizmin sürdürülebilir ve halka fayda sağlayacak şekilde yapılması gerekir.
Oysaki son dönemde gözlemlediğimiz tablo, bu idealin oldukça uzağındadır.
Arapların çoğu, otellerde kalmak yerine kaçak pansiyonlarda veya tarım alanlarına kurulmuş geçici çadırlarda konaklıyor.
Restoranlara, kafelere gitmek yerine toptancılardan toplu şekilde ürün alıp dere kenarında, sahilde parkta tüketiyorlar.
Aldığı kavun karpuzla dere kenarlarında çilingir sofrası kurup yiyorlar
Lokantalara gitmezler, otellerde kalmazlar
Ortalığı pislik içinde bırakırlar
Bizim ülkemizde bizden daha rahat yaşarlar.
Gelen Arapların hepsi bizden fakir
Bu durum hem yerel işletmelerin gelirlerini düşürüyor hem de kamusal alanların temizlik, düzen ve güvenlik açısından alarm vermesine yol açıyor.
Özetle para bırakmadan tüketim yapan ve geride yalnızca kalabalık bırakan bir Arap turist profiliyle karşı karşıyayız.
Peki, bu insanlar kendi ülkelerinde aynı rahatlığı yaşayabilir mi?
Cevap büyük ihtimalle hayır.
Çünkü birçok ülke, turist kabul ederken kişi başı harcama kapasitesini, konaklama rezervasyonunu, hatta ülkeye girişteki maddi beyanı dahi sorgular.
Türkiye ise "herkes gelsin, yeter ki gelsin" anlayışıyla ne nitelikli turisti koruyabiliyor, ne de düzensiz turist akışını denetleyebiliyor.
Bu denetimsizlik, şehirlerde sadece yaşam kalitesini düşürmüyor, aynı zamanda nitelikli turistlerin Türkiye’yi tercih etmemesine de neden oluyor.
Çünkü kimse tatile geldiği ülkede sokaklarda çöplerle, kuralsız trafikle, kamu alanlarının sorumsuzca kullanılmasıyla karşılaşmak istemez.
Bu ortamda artık yüksek harcama yapan, kaliteli konaklama arayan turistler Batum, Tiflis, Dubai veya Avrupa'nın daha düzenli şehirlerine yöneliyor.
Bu mesele artık sadece bir turizm veya göç sorunu değil.
Aynı zamanda toplumsal huzurun korunmasıyla ilgili ciddi bir sınavdır.
Bu nedenle:
Ülkeye girişlerde ekonomik beyan zorunluluğu getirilmelidir.
20 bin dolar harcama taahhütü vermeyen kimse gelmesin
Fakir turist istemiyoruz, fakir Arap Türkiye’ye sokulmasın
Bölge halkının yaşam alanları, ses ve çevre kirliliğinden korunmalıdır.
Turistik bölgelerde yerel esnafa ve halka pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.
Sonuç olarak kuru kalabalığa gerek yok
Türkiye'nin bugünkü ihtiyacı sadece gelen kişi sayısı değildir asıl ihtiyaç, bu ülkeye saygı duyan, düzeni bozmayan, ekonomiye katkı sunan nitelikli turistlerdir.
Sadece sayıya odaklanan bir turizm ve göç politikası, uzun vadede hem halkın yaşam kalitesini düşürür hem de ülkenin marka değerine zarar verir.
Zengin turistler artık Türkiye yerine başka destinasyonlarını tercih ediyor.
Çünkü onlar gittiği yerde düzen, temizlik, hizmet ve huzur arıyor.
Bize ise sadece kalabalık, karmaşa ve huzursuzluk kalıyor.
Artık sorulması gereken soru şu;
Turizmden gerçekten kazanç mı sağlıyoruz, yoksa sadece katlanıyor muyuz?