Futbol artık 90 dakika değil. Bir golün sevinci kadar, bir hatanın yankısı da saniyeler içinde büyüyor. Eskiden oyuncular tribün baskısından çekinirdi; şimdi “mention” kasırgasından. Yeni tribün artık ekranın arkasında, sessiz ama acımasız.
Bir pas hatası… Bir kaybedilen top… Ardından, klavyelerin ardına gizlenmiş binlerce sanal tribüncü. Yargıç, savcı, infaz memuru hepsi aynı kişi.
Gerçekte dijital zorba.
Bir futbolcu kötü oynadığında sadece sahada değil, evinde de yeniliyor artık. Telefonu sessize alıyor, ailesini korumaya çalışıyor ama dijital kalabalık kapıdan değil, ekrandan giriyor. Bu, küfür değil; psikolojik bir yıkım. Üstelik kimse rapor vermiyor bu yaralara.
Yöneticiler genellikle kriz geçince açıklama yapıyor: “Takımımızın yanındayız.” Oyuncunun yediği hakaret yanına kar kalıyor !.. Tweet’in yankısı on dakika, sessizliğin ağırlığı günlerce sürüyor. Futbolcu sadece forma giymiyor, duygularıyla oynuyor bu oyunu. Onu yalnız bırakan yönetimler, aslında bir insanı kaybediyor. Farkında değiller...
Futbol, duygusuz değildir. Dijital çağda dil, hem en güçlü silah hem de en büyük sorumluluktur. Fair-play sadece sahada değil, klavyede de başlar. Bu oyun eğer hala insana dair en sahici duygulardan biriyse, futbolcunun insanca yaşama hakkı, taraftarın “öfke boşaltma hakkından” daha değerlidir. Eğer onu gerçekten tanıyorsak, sadece skorla değil, insana sahip çıkmanın vaktidir.
O yüzden artık yeni bir refleks zamanı.. Tweet atmadan önce bir an durup, “Ben eleştiriyor muyum, yoksa zarar mı veriyorum?” diye düşünmek şart... Futbolun geleceği, sadece sahada değil, insanın vicdanında da oynanacak.. Bu böyle biline...