Toplumsal Bir Vicdan Yazısı Yine bir sabah. Kahvaltı masasının ucunda, çayın dumanı hâlâ yükselirken, bir haber düştü önümüze. Alıştık mı bilmiyorum ama artık başlığını görür görmez gözlerimiz buğulanıyor:
"Bir kadın daha öldürüldü."
Bu sabah adı Sinem Topaloğlu.
Dün bir başkasıydı.
Yarın kimin adı geçecek, bilmiyoruz.
Belki komşumuz. Belki kuzenimiz. Belki biz.
Sinem, aramızdan alındı.
Henüz gencecikti. Hayalleri vardı.
Belki kendi işini kuracaktı. Belki sevdiği adamla dünyayı dolaşacaktı.
Belki yalnızca huzurlu bir hayat istiyordu.
Ama olmadı.
Çünkü bu ülkede bir kadının yaşama hakkı hâlâ bir erkeğin öfkesine bağlı.
Sinem de Emine Bulut gibi, Özgecan gibi, Güleda, Şule, Münevver gibi gitti…
Öldürüldü…
Burada mesele yalnızca kadın cinayeti değil. Bu,bir insanlık meselesi…
Bu bir vicdan meselesi…
Bu bir toplumun aynaya bakıp kendi karanlığını izlediği bir yüzleşme.
Kadınlar neden ölüyor?
Çünkü birileri "hayır" kelimesini aşağılanma sayıyor.
Çünkü kız çocukları narin büyütülürken, erkek çocukları hoyratça serbest bırakılıyor.
"Erkektir, yapar", "Oğlum kimseye boyun eğmez" diye büyütülen çocuklar, büyüdüklerinde kimseye sınır tanımıyor.
Bugün kadınları gömen toprak, yalnızca bir cesedi değil, vicdanı da örtüyor. Her cinayet, bir anneye, bir babaya, bir çocuğa, bir topluma "neden sustun?" diye soruyor. Ve biz bu soruya sadece susarak cevap veriyoruz.
Peki, biz nerede yanlış yapıyoruz?
Yanlış, “erkek adam ağlamaz” dediğimiz gün başlıyor.
Yanlış, “kız gibi davranma” dediğimizde, kız olmayı küçümsediğimizde başlıyor.
Yanlış, erkek çocuğumuza kız kardeşinin taşıdığı çantayı bile taşıtmadığımızda başlıyor.
Oğullarımıza ‘haklıyken bile şefkatli olmayı’ değil, ‘vurmayı’ öğrettiğimizde başlıyor.
Oysa erkeklik; bağırmak, sahiplenmek, baskı kurmak değildir.
Erkeklik, karanlıkta yürüyen bir kadının arkasından sessizce geçip ona “korkma, yanındayım” diyebilmektir.
Erkeklik, sevmeyi öğrenmektir.
Erkeklik, merhameti eksik etmeyip egoyu dizginlemektir.
Kız çocuklarını korumaya çalışırken, oğullarımızı eğitmiyoruz. Kızlarımızı “sakın geç saatte dönme” diye tembihliyoruz ama oğullarımıza “bir kadına nasıl yaklaşılır, nasıl hayır’a saygı duyulur, nasıl birlikte yaşanır?” demiyoruz.
Bir toplumu değiştirmek için bin kadın değil, bir erkek çocuğunu doğru yetiştirmek yeterlidir
bir kadının daha gözleri korkudan büyümesin diye…
Kadın olmak, başına gelenleri sineye çekmek değildir.
Kadın olmak, hep güçlü olmak zorunda kalmak değildir.
Kadın olmak, her sabah bir cinayet haberiyle yüzleşmek değildir.
Ama ne yazık ki artık kadın olmak, “bugün sıra bende mi?” diye düşünmektir...
İnsan olmayı unuttuk.
Sadece kadınlar değil, erkekler de kayboldu bu sistemde. Çünkü bir kadını öldürmek, sadece bir cinayet değil, insanlıktan kopuşun resmidir.
Artık kız çocuklarına “kendini koru” demek yetmez.
Artık oğlan çocuklarına “kimseye vurma” demek yetmez.
Artık öğretmenlere, medyaya, ailelere, komşulara, devlete; hepimize görev düşüyor.
Çünkü merhamet öğrenilir.
Çünkü empati öğretilir.
Çünkü insan olmak, üzerine doğuştan yapışan bir etiket değil; bilinçli bir tercih, kararlı bir eğitimdir.
Her yeni doğan çocuk, boş bir sayfadır.
O sayfayı neyle dolduracağımıza biz karar veriyoruz.
Ve artık zamanı geldi: O sayfalara şiddet değil; sevgi, korku değil; anlayış, susturma değil; diyalog yazalım.
Bir kadın daha eksilmesin diye…
Bir çiçek daha solmasın diye…
Bir çocuk daha annesiz kalmasın diye…
Sinem Topaloğlu’nun anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Ve bu yazıyı, susturulmuş tüm kadınların sesi olarak gökyüzüne bırakıyorum.
“Bir gün bile huzurla yaşatmadığınız kadınların yasını, ömür boyu vicdanınızda taşıyacaksınız.”