Türkiye siyasi tarihine damga vurmuş isimlerden biri olan eski Başbakanlarımızdan merhum Bülent Ecevit’in “Namuslu bir hikayen varsa, seni kimse satın alamaz” sözü, ne kadar anlam taşıdığını bugün daha iyi anlıyoruz.
Aslında sadece siyasetin değil, hayatın her alanında geçerli olan çok derin bir gerçeği vardır bu derin anlam içeren sözün.
Ecevit’in bu sözü, dürüstlüğün, karakterin ve vicdanın paradan, makamdan, hırstan daha güçlü bir kalkan olduğunu anlatıyor.
Bugün ülkemizde, hatta dünyada en çok ihtiyaç duyulan şey tam da bu.
Namuslu bir hikâye bırakmak.
Namus, sadece kadın-erkek ilişkileriyle sınırlı bir kavram değildir.
Namus; insanın emeğine, sözüne, toplumuna, ülkesine, görevine ve değerlerine sadık kalmasıdır.
Hikâye ise insanın yaşam öyküsü, yani ardında bıraktığı izdir.
Bir insanın hikâyesi temizse, onun onuru pazara çıkarılamaz, makam teklifleriyle, çıkar ilişkileriyle kirletilemez.
Namuslu hikâye, insanın hem kendi vicdanına hem de topluma karşı verebileceği en güçlü teminattır.
Bugün neden bu söz daha da önemli?
Toplumsal hayatımızda yozlaşma, çıkar ilişkileri, yolsuzluk ve ahlaki erozyonun konuşulduğu bir dönemde, Ecevit’in bu sözü bir rehber gibi, pusula gibi önümüzde duruyor.
Çünkü bugünün dünyasında para, güç ve makam için kendinden, değerlerinden, halkından vazgeçen çok insan var.
Ama tarih bize gösteriyor ki, hiçbir kirli güç, namuslu bir hikâyeye sahip olan insanı satın alamıyor.
Bugün toplumun önünde duran en büyük sorulardan birisi de şudur.
“Biz, namuslu hikâyelere sahip insanları yeterince değerli görüyor muyuz?”
Ne yazık ki çoğu zaman yozlaşmış düzen, namuslu insanları dışarı itiyor; onların yerine “kıvrak zekâsıyla” her türlü tavizi verebilen insanlar yükseliyor.
Oysa bir toplumun geleceği, namuslu insanların hikâyeleriyle güvence altına alınır.
Ecevit’in bu sözü elbette siyasetle ilişkilendirilebilir.
Çünkü siyasette en kolay şey, insanın değerlerini bir çıkar uğruna terk etmesidir.
Ama bu söz sadece siyasetçiye değil, işçiye, memura, esnafa, öğretmene, öğrenciye, gazeteciye, kısacası herkese aittir.
Bir gazeteci, namuslu bir hikâyeye sahipse kalemi satın alınamaz.
Bir öğretmen, namuslu bir hikâyeye sahipse evlatlarına yanlış bilgi vermez.
Bir işçi, namuslu bir hikâyeye sahipse emeğini ucuzlatmaz, işini yarım bırakmaz.
Bir siyasetçi, namuslu bir hikâyeye sahipse halkını kandırmaz, ülkesinin çıkarlarını kendi cebinden üstün tutar.
Dikkat edelim, toplum hafızasında daima namuslu insanların hikâyeleri kalır.
Dünyevi çıkarlar uğruna eğilenler, unutulur; ama dik duranlar tarih sayfalarında haysiyetle anılır.
Bülent Ecevit de bu anlamda sadece bir siyasetçi değil, aynı zamanda namuslu bir hikâyenin sembolüdür.
Bir ceketiyle geldi, bir ceketiyle gitti
Bugün bize düşen görev, kendi hikâyemizi yazarken temiz kalmaya, vicdanımızı satmamaya, ahlaktan ödün vermemeye çalışmaktır.
Çünkü sonunda insanı ayakta tutan tek şey, arkasında bıraktığı namuslu hikâyesidir.
Sonuç olarak satın alınamayan insanlara ihtiyacımız var.
Toplumların kalkınması için sadece teknolojiye, sadece ekonomiye, sadece güce değil; namuslu insanlara ihtiyacı vardır.
O yüzden Ecevit’in sözü bir nasihat değil, bir hayat ölçüsüdür
“Namuslu bir hikâyen varsa, seni kimse satın alamaz.”
Bu cümle, aslında her birimizin vicdanına yöneltilmiş bir sorudur.
Bizim hikâyemiz nasıl?
Satın alınabilir mi, yoksa namusuyla dimdik ayakta mı?