Tanzimat döneminde Batı’nın örnek alınmasının bazı gruplar tarafından eleştirilmesi normal olmakta birlikte o dönemde Osmanlı’nın sorunları dikkate alındığında Batılılaşmak isteyenlerin bazı konularda haksız olmadıkları görülmektedir.

Osmanlı’nın kurtuluşu için Batı’yı örnek alanlar da kendi aralarında, Batı’yı ileri götüren siyasi kurumlarını almak isteyenler, Batı’yı mutlak üstün görerek her şeyimizle Batılılaşmayı isteyenler ve Batı’nın üstünlüğü karşısında kendi kimliğimizi koruyarak Batılılaşmak isteyenler diye üç gruba ayrılmaktadır.

Bu kişiler Osmanlı’da XVI. Yüzyılından başlayarak hukuktaki, siyasetteki, reaya tabakasındaki, medrese, ulama, tımar sistemindeki aksaklıkları görerek Batı’nın değerlerini son çare olarak almak istemişlerdir.

Osmanlı’da çöküş, en net medreselerde, ulemalar arasında görülmüş,  mevalızâde denilen, hocalığın babadan oğula geçme sistemi ülkenin tüm alanlarını temelinden sarsmış, bu sistemdeki bozukluklar her alana yansımıştır.

O dönemin ünlü müderrisi Hoca Sadeddin Efendi büyük oğlu Mehmet Efendi’yi 12-13 yaşlarındayken Mekke Kadılığına getirmiş, ardından İstanbul Kadısı yapmış, 29 yaşında da Anadolu Kazaskerliğine atatmış, diğer oğlu Esat Efendi’yi de henüz medresede öğrenciyken Edirne Kadılığına getirtmiş, 25 yaşında da İstanbul kadısı yaptırmıştır. Aynı Saadeddin Efendi, dönemin şeyhülislamı Ahmed Şemseddin Efendi ile birlikte Takiyyüddin’in İstanbul Tophane semtinde kurdurmuş olduğu rasathaneyi, gökleri rasat etmenin (gözlemlemenin) uğursuzluk getireceği ve her nerede bu işe teşebbüs edildiyse devletin mahv ve harap olduğunu söyleyerek rasathanenin yıkılmasına sebep olmuştur. Hâlbuki o dönemlerde Avrupalılar kurmuş oldukları rasathanelerde gökyüzü olaylarını incelemekte, hava durumunu öğrenmeye çalışmakta, yapacakları savaşlarda hava şartlarını tahmin ederek savaş zamanlarını buna göre düzenlemekteydiler.

Osmanlı döneminin büyük tarihçilerinden Ahmet Refik‘in “Osmanlı’da Hoca Nüfuzu” adlı kitabında belirttiği gibi o dönemde menfaat hırsı, arpalık sevdası her hocanın kalbinde yer etmiş, Osmanoğulları şiddetten, adaletsizlikten vaz geçirmeye çalışan mücadeleci âlimler silsilesine son verilmiş, ikiyüzlülük, el etek öpme, rüşvet, irtikap, müzevirlik (söz getirip götürme) gibi durumlar, hocaların çoğunlukla başvurdukları davranışlar olmuştur. Ahmet Refik, Cinci Hoca (hiçbir eğitimi olmadığı hâlde üfürükçülük yapan hoca) zamanının faziletli ulema için bir felaket olduğunu, cehaletin hüküm sürdüğü bu ortamda bilime kimsenin rağbet etmediğini, Cinci Hoca’nın birilerini azletme ve atamada Şeyhülislam’ın bile nüfuzuna müdahale ettiğini, Sultan İbrahim’in çocuk gibi onun önüne oturduğunu belirtmiş, herkesin Cinci Hoca’nın nüfuzundan faydalandığını, Cinci Hoca’nın bu nüfuzunu maddi kazanca çevirdiğini, saraydaki itibarını kullanarak devlet makamlarını istediği gibi dağıttığını, Şeyhülislam’a, ulemaya emirler verdiğini, o döneme hereksin Cinci Hoca’ya yaklaşarak istedikleri medreseleri ellerine geçirdiğini, beş bin kuruş veren ulemanın Cinci Hoca’dan Mekke kadılığını aldığını, çoğu hocanın sırası gelmeden kadılığa kavuştuğunu, hatta bazen Cinci Hoca ile şeyhülislamın bir kadılığı iki kişiye sattıklarının olduğunu belirtmiştir.

Bu dönemde makamlar para ile satılmaya başlamış, insanlar daha fazla rüşvet kazanabilecekleri yerlere daha fazla ücret öder olmuştu. Mülakkap Musluhiddin adlı birisi, Şam kadılığını on dokuz bin kuruşa elde etmiş, bu parayı Şam’dan çıkaramayacağını anlayınca, Yenişehir mansıbını (makamını) istemeye kalkışmıştır.

Osmanlıdaki başta ilmiye sistemi olmak üzere tüm kurumlarındaki yozlaşmayı, düzensizliği gören Batılılaşarak bu düzensizlikten kurtulacağımızı düşünen bazı fikir adamları, padişahlık sisteminin ülkeyi yönetmeye tam muktedir olmadığını, artık meşrutiyet sistemine geçilmesi, padişahın yetkilerinin birçok alanda kısıtlanması gerektiğini düşünmüş ve bu alanda mücadele başlatmıştır. Yaklaşık iki yüz yıl süren bu süreç Cumhuriyet’in kuruluşunun temellerini oluşturmuştur.