Hem sosyal hayatta hem benliğimizde, her daim sorguladığımız o sihirli kelime. Yeri geldiğinde yolları açan, gönülleri fetheden, yeri geldiğinde engel oluşturan, veya soyutlanmaya mecbur bırakan. Su gibi, nefes gibi ihtiyaç duyduğumuz ruhumuzun azığı o mübarek rızık.

Tüm sosyal ve ailevi hastalıkların merhemi.

Bir nevi riyasız olma hâli.

Samimiyet perdesizdir.

Ön yüzüyle arka yüzü birebir uyumludur.

Saklanamaz, örtülemez, ve de önüne set çekilemez.

Apaçıktır.

Ortası grisi yoktur.

Ya vardır ya yoktur.

Samimiyet kibri, riyayı benlikten söküp atmaktır, attığı her adımda karşılık beklememektir.

İnsan tüm çirkinliklerini saklar da samimiyetsizliğini asla saklayamaz.

İfşası kaçınılmazdır.

Eğreti durur tavrı, davranışları.

Dili olmazsa bakışı, bakışı olmazsa duruşu, duruşu olmazsa hakikati olamaz.

Özellikle bu günlerde Gazze'de çokça sınanıyor. İki yılı aşkındır soykırım karşısında eğilmeden duran bir direnişin arkasında dev gibi duran güç...

Öyle ya samimiyet olmasaydı Gazze'de kalır mıydı hiçbir nefes?

Sadece Gazze mi?

Elbette hayır!

Tarih boyunca nerde bir başarı hikayesi varsa nerde bir destan yazılmışsa orada mutlaka samimiyet vardır, riyasız olmak hali vardır.

Samimiyet, nice kapıları açmış nice şehirlerin anahtarını teslim almıştır.

Ve dahi kendi benliğimizde de!

Samimiyet testini geçemeyen nice davranışlar un ufak oldu da gitti...

Samimiyet aynı zamanda ifşa kültürünün zıttıdır. Düşmandır saf niyete, şeytani tüm hallere...

Test etmesi çok da zor değil!

Kimin cümleleri ben'siz olmuyorsa;

Kimler 'ben, ben, ben' diye bağırıyorsa orada samimiyetsizlik hüküm sürüyordur, riya putu hakimiyetini koruyordur.

Size de tanıdık geldi mi, ne dersiniz?

Günümüz çağında hemen herkesin karşılaşabildiği bu tutum, nice kapıları kapatarak, nice gönülleri küstürmüştür.

Oysa, kapıları açmak ne de kolaydı; Samimi niyetle çalmak kafi gelecekti, ellerin bomboş dönmemesine.

Muhabbetle