Türk köylüsü ile Türk aydının arası hiçbir zaman barışık olmamıştır. Osmanlı’da avam hevamdır, (böcektir) anlayışı Cumhuriyet Döneminde de devam etmiştir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki farkın,  bir Londralı İngiliz ile bir Pencap Hintlisi arasındaki farktan daha büyük olduğunu ifade etmiştir.

CHP tamamen köylüleri hedef alınarak kurulmuş bir partidir. Cumhuriyet Halk Partisi 9 Eylül 1923 yılında kurulduğu zaman halkımızın yüzde doksanı köylerde yaşamaktaydı.  O dönemde köylü, hiçbir şeyden haberi olmayan, eğitimsiz yığın olarak görülmekteydi. Kurtuluş Savaşında yapmış olduğu gözlemlerden ve Anadolu Mezalimi Tahkik Komisyonu görevinden hareketle Yaban romanını yazan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk köylüsü için, pisliğin köylülerin ayrılmaz bir parçası olduğunu, köylülerin toprağın altından henüz çıkan bir heykelden hiçbir farkının bulunmadığını, köylerde, kız demeğe layık bir yaratık görmediğini, Anadolu kadınlarının şuhluktan uzak olduğunu ve pis koktuklarını, aşırı cahil olduklarını dile getirmiştir.  

Yakup Kadri, romanında Türk aydınına da seslenerek bu viran ülke, bu yoksul halk kitlesi için sen ne yaptın? Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin, bir kafası vardı aydınlatamadın, bir vücudu vardı besleyemedin, üstünde yaşadığı bir toprak vardı işletemedin, onu hayvani duyguların cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti, şimdi elinde orak buraya hasada gelmişsin ne ektin ki ne biçeceksin diyerek,  Türk aydınını, yönetimdeki kişileri eleştirmiştir.

Cumhuriyet döneminde eğitim, öğrencilere okuma yazma öğretme, onlara bir meslek kazandırmanın ötesinde, onları zihniyet olarak değişim ve dönüşüme uğratma amacı gütmekteydi.  Hükümet, eğitimden hemen sonuç almak istemekte, vatandaşların yüzyıllar boyu getirmiş oldukları düşünce yapılarını, anlayışlarını bir anda terk ederek evrensel değerleri içeren ya da yönetimdeki kişilerin istedikleri şekli yansıtan davranışları sergilemelerini onlardan beklemekte ve vatandaşa maddi manevi baskı yapmaktaydı. Köy Enstitülerine büyük ağırlık verilmişti. Hükümet bu yolla hem köylüyü eğitmeyi hem de çok partili sisteme tam geçmeden önce onları belirli bir zihniyetin temsilcisi olarak dönüşüme uğratmayı amaçlanmıştı. Fakat bu hemen netice alınabilecek bir durum değildi. Mümtaz Turhan’ın Kültür Değişmeleri ve Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek eserlerinde bu başarısızlığının nedenlerini görmek mümkündür.

II. Dünya Savaşında Türkiye’nin tarafsız kalmasını bahane eden Sovyetler Birliği, savaştan sonra Boğazları ele geçirmek için Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışmış, Türkiye’de NATO’ya girerek bu tehditten kurtulmak istemişti. Türkiye’nin NATO’ya alınması ile yeni bir savaşa girmekten korkan bazı Avrupa devletleri, Türkiye’nin Sovyetlerin egemenliği altındaki diğer devletler gibi tek partili bir sistemle yönetildiğini, Türkiye’de Avrupa’daki gibi şeffaf bir seçimin uygulanmadığını bahane ederek Türkiye’nin NATO’ya katılmasına itiraz etmişler, Türkiye’den tam demokratik seçim uygulamalarına riayet etmesini istemişlerdi. NATO’ya bir an önce girmek isteyen Türkiye o dönemden sonra Cumhuriyet Halk Partisi vasıtası ile seçimlerin şeffaf bir şekilde yapılmasına karar vermişti.

Büyük bir çoğunluğu köyde yaşayan halkı o ana kadar baskı altında tutmaya çalışan CHP, 1950 yılında yapılan şeffaf seçimde halklın büyük çoğunluğunun bir kuş gibi Demokrat Parti’ye doğru uçtuğunu görmüştü.  Cumhuriyet Halk Partisi bu tarihten sonra köylerle ve köylü ile arasını bir türlü barıştıramamış, onlara tepeden bakma, onları küçük görme hastalığını devam ettirmiştir.

Türkiye’de siyasetin merkezileşmesi, laikliğin tam olarak yerleşmesi için CHP’nin halk ve halkın kültürü ile barışması gerekmektedir. Bu yaklaşım nedeni ile halk diğer düşüncelere yönelmekte, seçimlerde partilerin çalışmaları, üretimleri değil, sloganları, düşünce yapıları ön plana çıkmaktadır.