Rasyonalizm tüm dünyayı yörüngesi altına alınca akıl yürütmek anonim davranışa dönüşmeye, hayatın bütün katmanlarına hakim olmaya ve tüm eylemlerin öznesi konumuna gelmeye başladı.

Aklın egemenliği beraberinde kolektif bir kültür oluşturdu. Fabrikalar makinalarla birlikte seri üretime geçince, fabrikada çalışan bireylerin uzmanlık alanları ve kabiliyetleri fazla dikkate alınmayarak usta kişiler, makinanın işleyen bir kolundan sorumlu oldular. Bu da onların yaratıcılıklarını işe yaramaz hâle getirdi. Günün büyük bir kısmını makinaların başında geçiren kişilerin duygusal yönleri zayıfladı, iletişim sorunları baş gösterdi.

Rasyonalizmi eleştirenler onun egemenliğinin dünyanın büyüsünü bozduğunu, kişileri makinanın bir uzvu hâline getirdiğini, bireyin çelişkilerinin, inançlarının, isyanlarının dikkate alınmadığını bunun da dünyayı tatsız, tuzsuz ve tek düze şekle getirdiğini dile getirmektedirler.

Rasyonalizmin hayatı mekanik bir şekle sokmasından futbol da nasibini aldı. Teknolojik unsurlar sayesinde futbolcuların sahadaki koşu mesafeleri, pas alış verişleri rakamsal oranlara döküldü. Hocalar kadrolarını teknolojik aletlerin verilerinden hareketle kurmaya, kararlarına karşı çıkanlara da bu verileri delil göstererek kendilerince bir savunma yapmaya başladılar. Bu veriler sayesinden zincirin en zayıf halkasını belirlediler ve onun üzerine gittiler, zincirin halkaları sağlam olursa, kalelerinin yıkılmayacağını düşündüler.

Yüzyıllar önce divan şairi Bahayî de Güzel tasvir edersin hatt u hâl- i dilberi amma/Füsun u işveye geldikde ey Bihzâd neylersin (Ey büyük ressam Bihzad, sen sevgilimin yüzünü, yüzündeki benleri güzel çizersin, peki onun nazını, işvesini çizmeye gelince ne yapacaksın ?) diyerek her duygunun resmedilemeyeceğini dile getirmişti. Burada ressamın her duyguyu yansıtamayacağına dair bir isyan vardı.

Bahayî’nin isyanında olduğu gibi bazı özelliklerin somuta dönüştürülemeyeceği ve sevgilinin gizil güzelliğin resmedilemeyeceği gerçeği, futbolu rakamsal unsurlarla anlatılmaya kalkışıldığında da ortaya çıkmaktadır. Futbolun değerleri makine düzeninden ölçülmeye başlanınca yanıltıcı unsurlar devreye girer, çünkü makine nicel verileri gösterir, nitel verileri gösteremez.Nicel veriler pası sayar; ama pasın hızını ve pas tercih edilen kişinin pas almaya uygunluğunu, pasın bir sonraki yönünün tayin gücünü, koşu kalitesini belirleyemez. Yukarıda divan şairinin isyan ettiği gibi, görünen her gerçek bazı güzellikleri yansıtmamakta ve de güzelliğe gölge düşürmektedir.

Futbolu yönetenler rasyonalizmin akıl süzgecini ölçüt alıp futbolu makinaların baskın aracı hâline getirince statlar sanat merkezinden arenalara dönüşmeye başladı. Arenalar düelloların yapıldığı, kişinin hayatta kalmak için rakibini öldürmek zorunda olduğu mekânlardır. Böyle olunca, hocalar sayısal verileri baz alıp koşan, boğan, rakibe nefes aldırmayan, fizik olarak rakibi ezen oyuncuları ve bu oyunu tercih eder oldular. Bireysel kabiliyeti olan, farklı düşünen, estetik değeri olan kişiler makinanın işleyen kolunu – takım oyununu – bozmamak için kabiliyetlerini sergilemekten korktular, bu arenada ezilmeye başladılar.

Sahadaki bu görüntü seyirci kalitesine ve anlayışına da yansıdı. Futbol seyirlik oyundan çıktı. Seyirciler sahadaki sanatsal değerlere bakarak göz ve gönül zevkini geliştirme yerine, vuran, ezen, tekme atan, iri adaleli kişilerin naralarını, onun adına tribünlerden çıkarmaya çalışan seyirci tipini oluşturdular. Durum böyle olunca, maçı izleyen kişilerin çoğu futbolcular kadar yorulmaya başladı, bu yorgunluk çoğu zaman gereksiz tepkilere, şiddete ve isyana dönüştü.