Kemeraltı'nın dar sokaklarından Bedesten'e inerken kulağa ilişen ilk ses, martı çığlıklarından önce çekiçlerin ritmiydi. Bakırcılar Çarşısı'nın girişinden yayılan o sesler, sanki, şehrin kalbinin orada attığını müjdeler gibiydi.
Ahşap kepenklerin ardında, ateşle terleyen ustaların sabırla dövdüğü bakırlar, bir kültürün eşyada vucut bulmuş hâliydi.
Her desen, her motif, adeta, zanaatkârın ifade etme biçimiydi.
Şimdilerde makineleşmenin hızında unutuluverdi o kadim zanaat.
Bakırcılık, akabinde kalaycılık Trabzon’da bir meslekten ziyâde bir geçmişten günümüze bi yaşam tarzını da simgeliyordu.
Ateşin karşısında iki büklüm duran omuzlar, bir geleneğin sembolü gibiydiler.
Şimdilerde ise ne usta kaldı ne çırak...
Sabahın erken saatlerinde ocağı yakmak için koşturan çıraklar, bu güzel sanatı ustasından devralmak için gün sayan heyecanlı eller neredeyse yoklar;
Ocağın başı boş, körüğün soluğu kısık. Kimse kalmadı desenin sırrını soracak, örsün zaferini ezberleyecek. Çünkü zaman hızlı olana hayran.
Emek, sabır, ince işçilik. Hepsi vitrinlerde nostalji nesnesine dönüşmüş gibiler.
Yeni neslin plastik ve çeliğe meyletmesi belki de kolaya kaçmanın sonucu. Çünkü tabanı daha geç ısınıyor olmasından ve pişirme süresi daha uzun süreceğinden tercih dışındalar.
Lâkin
bakırda pişen yemeğin sağlığa şifa olduğunu söyler nineler dedeler ve anneler.
Bu kazan dedemden kaldı diyen torunların sayısı bir elin beş parmağı kadar ancak.
Düğün çeyizlerinin baş tacıydı bakır.
Bakır tencere, leğen, ibrik.
Gelinlik kadar kıymetliydiler
El emeği, göz nuru, alın teriydi her biri
Ve her kadının evinde, kaderine sahip çıkan bir niyetti bakır.
Bir bakırcı ustası,
Bakırı döverken yaşanmışlıklarını da döver usta, şekiller demişti bir gün bana.
Ve bakır gibi sabredersen, sonunda bir desenin olur bu hayatta öğütlemişti.
Gelişen teknolojiyle ve hızla artan taleplerle bir zanaat yok olmuyor Trabzon’da.
Bir kültür, bir gelenek, bir belleğin sesi de usul usul susuyor;
Eline iş yakışan insanların sayısı azaldıkça, bir medeniyetin izleri de tarihe karışıyor.
Peki soruyorum;
Kaçımız çocuklarımıza bakırın neyle işlendiğini, bir tencerenin neden kıymetli olduğunu anlatabildik?
Kaçımız, bir çekiç sesini özleyecek kadar durup dinledik.
Trabzon susuyor.
Bir çarşı bir sanat daha tarihe gömülüyor.
Ama hâlâ birkaç ustalıkla sürdürmeye devam ediyor.
Eller hâlâ örs tutuyor, yürekler hâlâ sabra inanıyor.
Unutmayalım ki,
Bir şehri ayakta tutan binaları değildir, onunla birlikte büyümüş gelişmiş kültürüdür.
O kültür, atölyelerinde, örslerinde, ustalarının nasırlı avuçlarında yaşar.
Ve yaşatılmaya devam ederse yeniden duyulur o ses;
Tık... tık... tık...
Saygı ve Muhabbetle