5 ayrı serinin ilk kitabı olan ve “Mezar Taşındaki Çizginin Şerefine” adını verdiğimiz “SATIR ARASI-1” in arka kapağına şunları nakşetmiştik:
“Yazmak Yaşamaktır.”
“Yaşamak Yazmaktır.”
*
Ama 2 yıla yakın bir zaman dilimini e yazmadan geçirmek zorunda kalmıştık.
Gerekçesi de, Trabzonspor için talep edilen bir görevi ifa etmek için değil, ödevi yerine getirmek için…
*
Sonra yaş kemale ermeye ve de ömrün geri kalan kısmı “Ahir” kısmına ait olmaya başlayınca, 170 yılın yükünü taşıyan diz ağrısı için başvurduğumuz hekim önce, “Asıl yük serde, yani kafada” dedi!
Sonra da; “En yüksek medeniyette bile yazmak ve okumak ayrıcalıktır”ı gerçeğini hatırlattıktan sonra tedavi için şu satırların yer aldığı reçeteyi yazıp elime tutuşturdu:
“Senin ilacın; ‘Yazmak Yaşamaktır. Yaşamak da yazmaktır’ diye tarif ettiğin tarzı devam ettirmede.”
*
Haksız da değil hani!
“Hem yazmak yaşamaktır” diyeceksin, hem de ama ha görev, ha ödev gerekçesiyle ara vereceksin!
*
Eee ne yaparsın, “Beşer şaşar” boşuna denmemiş ki…
Bize de ömrün sağlık reçetesindeki ilacı kullanmamız ve fazla şaşmamak için de tekrar yazmak düştü.
Yaklaşık 3 yıl öncesine kadar SATIR ARASI hesabıyla, 20 yıl aralıksız, KARADENİZ’de yüzdük bugünden itibaren de TAKA’ya bindik.
Dahası, “Karadeniz karardı, ama TAKA yola devam ediyoruz” diyelim…
İnşallah, “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” düsturu, “Lâfın tamamına ihtiyaç duymayanlar” ile birlikte kamuoyu iyi yol alır, kararmış dalgaların da hışmına uğramayız!
YAZILANI OKUMAK, OKUNANI ANLAMAK…
O ki “Okumak” için “Yazmaktan” kelâm eyledik, en üsten devam edelim…
Cenab-ı Allah, Kur’an’ı Kerim’de ilk suresi olan İkra ile “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” ilk emrini Hz. Muhammed Mustafa ile gönderdi.
“Okuyarak, anlayarak, ilimle amel ederek anlaşılsın” diye…
Yani okuyarak anlamayı, hatta anlatmayı başkalarına, aracılara-tefecilere, kerameti kendinde saydırmaya, göstermeye çalışanlara bırakmadı.
Okumanın, ille de bunu anlayarak yapmanın en yüksek medeniyette bile ayrıcalık olduğunu unutanların nasıl helâk olduklarını anlamak için tarihe bakmak yeterlidir.
Onun için yazmak, okumak, anlamak ve anlatmak insanın en güzel yüküdür.
Ancak, yazmak için, yazılanı okuyup iyi anlamak içinde, çok kelime ve anlamını bilmek gerekiyor.
Şimdilik, Türkçe de yaklaşık 120 bin kelime bulunduğunu belirtip, kimlerin kaç kelime bildiğini paylaşmayı da gelecek yazılara bırakayım.
İLK ALDIĞIM, SON YAZDIĞIM.
Arsin Merkez İlkokulu’ndan, sınıfımın 6 öğrenciden oluşan Birinci Grubun 4’üncüsü olarak mezun olduğumda öğretmenim Fatma Manzak tarafından, Enver Behnan Şapolyo’nun 1967 baskısı, “Milli Mücadelenin Edebi Vesikaları. İSTİKLAL SAVAŞI EDEBİYATI TARİHİ” kitabı ile ödüllendirildim.
*
Sonra, her ne kadar “Eleştiri alıp, kendine kötülük yaptırmak istiyorsan yaklaşık yaz” dense de, yaklaşık yarım asırlık meslek yaşamımıza, genel de satır arasına sıkıştırdıklarımızı kitaplarla buluşturmaya başladık.
5 serilik Satır Arası olacak kitapların ilkini “Mezar Taşındaki Çizginin Şerefine” başlığı ile yazdıklarımız, yaşadıklarımız ve kıssadan hisselerle 2024’de yayınladık. Sırada Fındıkla Hayatlar, Siyaset Dediğin, Top Yuvarlıktır ve Bilmediğimiz Ekonomi var.
DÜNDEN BUGÜNE…
Boşuna “Söz uçar yazı kalır” denmemiş.
Ancak, yazıyı kamuoyu ile paylaşırken, bir “yazan” sıfatı ile paylaşmak var, bir de “Yazar” sıfatına haiz olarak…
Yazmak kolay…
Herkes yazar, köylü Temel Emice, “Hayat pahalı” der yazar, ekonomist Temel Bey, “Enflasyon” diyerek başlar.
Aradaki fark, anlatmak değil, anlayarak yazabilmektir.
Öncesinde yazdıklarınızın sonrasında da geçerli olduğunu görebilmek, gidişata göre tahmin edebilmektir. Yani ileriyi görebilmektir.
Bu kısımda “Dünden bugüne” bazı o günküleri bugüne taşıyıp, değerlendirmeyi size bırakacağız.
*
Dünden: 23 Eylül 2009
En çok “Amin” alan dua!
Kaç zamandır dikkatimi çekiyordu.
Bayramda da olunca artık yazacağım!
Camilerde hocanın namaz sonrası yaptığı dualar için de en “Amin”i hangisi alıyor?
-Dertlilere deva mı? Hayır!
Hastalara şifa mı? Hayır!
Hangisi öyleyse?
“Borçlulara edâ ihsan eyle yarabbi!” Amiinnn…
Ahalinin ekonomik hali ile ilgili “Camiden al haberi.”
FINDIKÇI…
“Biraz” değil, “Epeyce” diyebileceğimiz kadar fındık Murat Taşkın’ın bahçe olarak değilse bile mesleki hayatının parçası oldu.
Anadolu Ajansı’ndaki 20 yıllık (1980-2000) mesleğin krallığı olan muhabirlik döneminde haşır neşir oluşumuz ara vermeden devam ediyor.
Öyle ki siyaset ve spor ile fazlası ile meşgul olmamıza rağmen…
Öyle ki, gel de meslektaşım, seviştiğimiz kadar da tatlı kavgalarda ettiğimiz Rahmetli Cevat Kol’un “Fındıkçı Spor Yazarı” etiketi bile üzerimize yapıştı. Hala da devam ediyor.
O ki devam ediyor, bu yıldan, hani şu birilerinin rekolte için “Allah verdi, vermedi” diye üretim tarifi yaptığı fındığın az olduğu bu yıldaki bir garabetten iki satır eyleyeyim.
İklim şartları nedeniyle (ki doğrudur) düşük rekoltenin yaşandığı (dekar da 60-70 kilo) bu yılda, Yomra İkisu’da Ömer Ustaömeroğlu dekarda 250 kg, Karakaya’da Adnan Kılıç 150 kg, Keşap’da Mustafa Şahin 405 kg nasıl üretti?
Soru: Allah (cc) bunlara verirken, diğerlerine niye vermedi?
Ezcümle: “Çalışmak en büyük ibadettir” neden denilmiştir?
KISSADAN HİSSE
Filozof ve dalkavuk…
Bir filozof ile bir dalkavuk konuşuyorlarmış.
Filozof ne derse, dalkavuk da onu tasdik ediyormuş.
Nihayet sabrı tükenen filozof haykırmış:
-“Birader, hiç olmazsa bir kez olsun dediğime itiraz et de, iki kişi olduğumuzu anlayalım!”
VEKTÖR: ORHAN KARAKULLUKÇU
Dün vefatının birinci yıldönümü idi, Orhan Karakullukçu’nun.
1984-89 arasındaki Belediye Başkanlığı ile Trabzon halkı tarafından “Efsane” kategorisine kayıt edilmiş, ama ne hazindir ki, aynı Trabzon halkı tarafından da oy verilmediği için seçim kaybettirilmiş bir VEKTÖR…
Genç bir muhabir iken, görev yaptığı 5 yıllık dönemde, amatör bir ruh ve profesyonel bir anlayışla yanında yakınında bulunduğum ve 2015’yazde de otobiyografisini içeren kitabını yazdığım Orhan Karakullukçu…
Ancak, kitabın editörlüğünü de yapan, adını da koyan Orhan Karakullukçu’nun taa kendisidir.
Ders ve başucu kitabı olarak kabul ettiğim kitabın ismini neden VEKTÖR koyduğunu da kendisi kitabın girişinde şöyle satırlara döktü:
“Vektör bir doğru üzerindedir, doğrultusu bellidir. Bu doğru üzerinde başlangıç noktası bellidir. Yönü de bellidir. Şiddeti de, kuvveti de bellidir. Yani belirsiz hiçbir öğesi yoktur.”
Peki, sorulacak ki niye seçilmeyi başaramadı?
“Oy verenler VEKTÖR gibi değildi de onun için” denebilir mi?
VEKTÖR’den, Orhan Karakullukçu’dan paylaşacağımız, öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki? Önümüzdeki yazılarda, zaman zaman…