Dört gün olmuş. Dalgaların geçlerimizi denize çektiği anın üzerinden koca dört gün geçmiş. Bugün bir mont bulunmuş, cebinde kalem olan… Emir Berke’ninmiş mont!

Deniz günlerdir hiç olmadığı kadar hareketliydi.
Devasa büyüklükteki köpük dağını andıran dalgalar vardı.
Gençler, fotoğraf mı çekmek istediler daha yakından mı görmek istediler dalgaları,  her ne ise  bu sonu kestiremediler! 
Biri on beş, diğeri on altı yaşında daha!
Denize yaklaşmanın bu denli bir sonuç doğuracağı akıllarına bile gelmedi.
Yaşananlar, sadece ailelerini değil hepimizi çok ama çok sarstı.
Sahil güvenlik, hem karadan hem de havadan  arama kurtarma çalışmalarını günledir sürdürüyor.
Hiç kolay olmayan hava şartlarında üstelik.
Bu durumun önüne geçilemez miydi?
Çocukların denize kapılmaları engellenmez miydi diye düşünmeden edemiyor insan.
Birçok ilçede denize yakın, çok sayıda okul var.
Beş- on dakikada denizin ağzındasınız.  
Böyle havalarda  polis/ jandarma devriye gezse mesela…
Hatırlıyorum, pandemide evlere kapatıldığımız  dönemde deniz kenarına inmek bile yasaktı. 
Bomboş sahile rağmen, polis araçları devriye geziyor, deniz kenarında gördüğü bir iki kişiyi bile evine gönderiyordu. 
Sayın Valimiz başta olmak üzere tüm yetkililerden ‘uyarı’ dışında daha etkin önlemler bekliyoruz.
Gençlerimizin ailelerine;  güç ve sabır diliyorum, acılarını yürekten paylaşıyorum.
***
Karadeniz, dev dalgalarıyla sadece iki gencimizi almadı.
Sahil boyunca ulaşabildiği her yerde tahribata yol açtı. 
Limanlar,  tekneler, araçlar, lokantalar…
Ve hatta sahil yolu.
Deniz taştı deniyor.
Aslında deniz taşmadı sadece kendi alanını kullandı.
Evet, kendi alanı.
Deniz hep bir karar duran bir maket değil ki!
O da canlı!
Mevsimlere göre arada kabaracak, coşacak sonra durulacak...
Fakat ‘denizi kara, karayı para’ mantığı ile onun alanını doldurmak bu yaşananları,  kaçınılmaz kıldı!
Denizle insan arasında yapılan transit yol, denizin ağzına yapılan inşaatlar ve diğerleri…
Olacağı bu.
Ne bekliyoruz ki?