"Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir." Ve Başkan Ertuğrul Doğan, tam da bu veciz sözün hakkını verdi!
Lavlavlar dersini aldı, anlaşılan. Haftalardır Trabzonspor’un kaptanı Uğurcan Çakır üzerinden türlü oyunlar oynayan, masa başında transfer senaryoları yazan, İstanbul medyasındaki o çamurlu dilli dalkavuklar sonunda gerçeklerle yüzleşti.
Başkan Doğan bir konuştu, pir konuştu… Öyle bir konuştu ki, sesi sadece Trabzon’da değil, Boğaz’ın öbür yakasında da yankılandı.
Fenerbahçe 20 milyon Euro verse bile kaptan Uğurcan’ı satmayacağını keskin bir dille, adeta bıçak gibi kestirip attı.
O andan itibaren kelimeler boğazlarında düğümlendi. Yazdıkları senaryolar çöpe gitti. Kimse tek kelime edemedi. Herkes suspus oldu.
Bu bir transfer açıklamasından öteydi.
Bu, Trabzonspor’un değerlerine sahip çıkma duruşuydu.
Bu, “Her oyuncunun bir fiyatı vardır” diyen zihniyete karşı, “Bazı oyuncular satılmaz, çünkü onlar şehirdir” diyebilmenin onuruydu.
Ve evet; Başkan size kötek gibi bir şamar gösterdi, o yüzden suspus oldunuz. Susun!
Uğurcan Çakır bu şehrin çocuğu… Altyapısından çıkmış, formasına terini katık etmiş, kaleyi teslim almış bir kaptan.
O, her kurtarışıyla sadece topu değil, bu şehrin haysiyetini, geçmişini ve geleceğini de koruyor.
Ey kirli kalemler!
Siz pazarlık masası kurarken, biz sadakatin ne olduğunu anlatıyoruz.
Siz oyuncuları etiketlendirirken, biz onları bayrak gibi taşıyoruz.
Bu farkı anlamadınız, anlayamayacaksınız.
Ama bir kere daha söylüyoruz:
O çamurlu dillerinizi Uğurcan’ın adından çekin!
O Trabzon’un evladı, bu camianın gururu, bizim gönlümüzün kaptanıdır.
Size malzeme olmaz, gündem hiç olmaz!
Ağzına sağlık başkan...
Bu şehir senin gibi dik duran, mertçe konuşan bir başkanı hak ediyordu.
Ve sen, Uğurcan’ın adını o çamurlu kalemlerden söküp aldın.
Kalemlerini ve mikrofonlarını Fener için konuşturanlara güzel bir ders verdin..
Başkan Doğan’ın kendine göre bir felsefesi var, kimse onun kadar yürekli ifade etmedi gerçekleri. Uğurcan konusunda kurulan kumpaslara karşılık "Trabzonspor bir kaledir. Bu kaleye top atılsa da yıkılmaz" demesini de bildi. Başkan Ertuğrul Doğan önünde hiçbir güç bu sevdaya karşı ne barikat olabilir ne de ona tuzak kurabilir. O tuzakları kuranların hepsi o kurdukları tuzakların içinde kaldı. Ve nihayetinde kazanan hem Trabzonspor, hem de Başkan Doğan oldu. Tıpkı Kara Murat gibi, Malkoçoğlu gibi, Komiser Kemal gibi..
BAŞARIYI KİM YAZDI, ALKIŞI KİM TOPLADI?
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada karşıma çıkan bir yorum beni hem düşündürdü hem de Trabzonspor’un yakın tarihini tekrar gözden geçirmeme neden oldu. Şöyle deniyordu: "Sen bu yanındakilere rağmen düştüğün cendereden şampiyon olarak nasıl çıktın be başkan. Çok büyüksün çookkk!" Bir an duraksadım! Ne tebessüm edebildim ne de bu sözleri içime sindirebildim. Bu sözleri yazanlar ya geçmişi çok çabuk unuttu ya da hatırlamak işlerine gelmiyor. Hatta kimileri belki de bilerek yanlış hatırlıyor. Evet, 2021-22 sezonundaki şampiyonlukta dönemin başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun emeğini kimse yok sayamaz. Ancak futbolda başarı, bir kişinin işi olamayacak kadar, kolektif bir iştir. Hele Trabzonspor gibi bir kulüpse bu kulüp, o zaman bir oturup, bin düşünmek gerekir. Bakın, Trabzonspor şampiyonluğunun gerçeği şudur: O kadronun omurgasını kuran, transferleri yurtdışı kampında bizzat yöneten dönemin Asbaşkanı Ertuğrul Doğan’dır. Bugün takımda hâlâ etkisi süren isimlerin transferi, onun doğrudan katkısıyla gerçekleşmiştir. Bu bir duyum değil, kulübün içinden açık ve net bilgilerle sabittir. Başkan Ağaoğlu, Visca transfer edildiğinde basın toplasında, ‘Asbaşkanımız Ertuğrul Doğan'ın da transfer için büyük emekleri oldu. Ona da ayrı bir teşekkür etmek isterim’ dediği gerçeği arşivlerde henüz güncelliğini korumaktadır. Saha dışında ise özellikle kulübün federasyonla ilişkilerini yöneten, perde arkasında büyük mücadeleler veren ve başarı sağlayan TFF eski üyesi Mustafa Hacıkerimoğlu’dur. Bu isim, federasyon nezdinde Trabzonspor’un sesi olmuş, kulübün haklarını savunmuştur. Ve bir başka gerçek: O sezon kulübün ihtiyaç duyduğu siyasi desteği sağlayan, Ankara’daki temaslarıyla Trabzonspor’un önünü açan isim eski bakan Berat Albayrak’tır. Kim ne derse desin, saha dışındaki stratejik dengelerde onun katkısı inkâr edilemez. Peki, şimdi soruyorum: Hangi “cendereden” çıktı Sayın Ağaoğlu? O süreçte kendi yönetimindeki krizleri dahi çözmekte zorlanan, hatta bu krizlerin bir kısmının kaynağı haline gelen biri nasıl olur da şampiyonluğun tek kahramanı olabilir? Trabzonspor'un 2022 şampiyonluğu, sadece bir başkanın başarısı değildir. Bu, sahadaki futbolcudan yönetim kurulu üyelerine, siyasi aktörlerden teknik heyete kadar uzanan bir ekip başarısıdır.
Şampiyonluğun geldiği sezonda özellikle 3 büyük İstanbul semt takımların GS, FB ve BJK'nın ligde erken havlu atmaları ve hiçbir şekilde Trabzonspor 'u zorlayamamaları, nasıl inkar edilir, ya da göz ardı edilip, yok sayılır. Yani işin kitabın ortasından anlatımıyla gerçeği, tam da bir organizasyon ve her yönüyle konsantrasyon başarısıdır. Ve asla tek bir başkan başarısı değildir şampiyonluk. Alkışı hak eden koca bir yapıdır. Ancak görüyorum ki, bazı çevreler bu başarıyı bir ismin hanesine yazarak gerçekleri bulandırmaya çalışıyor. Tarihi doğru yazmazsak, gelecekte aynı hatalara düşmek kaçınılmaz olur. Trabzonspor taraftarı duygusaldır, vefalıdır, ama bir o kadar da adaletlidir. Başarıyı kim yazdıysa, alkışı da o hak eder. Gerçek budur.
İKİ NESİL, TEK YÜREK GAYRETLİLER
Bazı insanlar vardır, duruşlarıyla, çalışkanlıklarıyla ve insanlıklarıyla iz bırakırlar. Ali Gayretli, işte bu insanlardan biri. Hayatı boyunca devletine, milletine ve mahallesine gönülden hizmet etmiş bir büyüğümüz. İncirlik Mahallesi’nde mütevazı bir evde başlayan hayat yolculuğu, yıllar içinde saygın bir devlet memurluğuna ve örnek alınan bir toplumsal duruşa dönüştü.
Üniversite yıllarında mahallemizin neşe kaynağıydı. Rahmetli annemin her daim hayırla andığı Ali abi, sadece iyi bir insan değil; aynı zamanda yüreği yardımseverlikle dolu, dostlarının daima yanında olan gerçek bir Anadolu beyefendisiydi.
Devlet memurluğunda geçirdiği yıllar boyunca disiplini, dürüstlüğü ve çalışkanlığıyla tanındı. Numune Hastanesi’nde müdürlük görevini yürüttüğü dönemde, kapısını çalan herkese el uzattı, derdine derman olmaya çalıştı. Spora olan ilgisi de göz ardı edilemez: uzun yıllar amatör futbol kulüplerinde yöneticilik yaptı, gençlerin hayatlarına dokundu. Şimdi ise emekliliğin huzurunu yaşıyor.
Ancak Ali Gayretli’nin izinden yürüyen bir başka isim daha var: oğlu Ahmet Kutluğ Gayretli. Genç jenerasyonun parlayan yıldızı, Ankara’da Toplu Konut İdaresi (TOKİ) bünyesinde, Toplu Konut Projeleri ve Araştırma Dairesi Başkanı olarak görev yapıyor. Babasından aldığı ahlak, azim ve disiplinle işine dört elle sarılan Ahmet Bey, bugün TOKİ’nin en vizyoner isimlerinden biri olarak gösteriliyor.
Trabzon’un Ankara’daki yükselen değeri olan Ahmet Gayretli, yoğun iş temposuna rağmen memleketlisini, hemşerisini hiçbir zaman geri çevirmeyen biri. Herkesin “kapısı açık” dediği o özel insanlardan… Onun sayesinde pek çok aile sıcak bir yuvaya kavuştu, sayısız proje başarıyla hayata geçti.
Ali Gayretli’nin sağlam temeller üzerinde yükselen hayatı, şimdi oğlunun başarılarıyla taçlanıyor. İki nesil, tek yürek… Gayretli ailesinin bu örnek yaşamı, gençlerimize umut ve ilham veriyor.
Yolun açık olsun Ahmet kardeşim. Gayretin daim, iz bırakan hizmetlerin kalıcı olsun…
TRABZON BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN GÖZÜNDEN KAÇAN GÜZELLİK MERSİN PLAJI
Geçtiğimiz hafta sonu eşimle birlikte Akçaabat Mersin’de Büyükşehir Belediyesi’ne ait plaja gittik. Ne yalan söyleyeyim, büyük bir hevesle çıktık yola. Ama döndüğümüzde aklımızda tek bir cümle vardı: "Gitmeseydik keşke."
Her yaz güzelleştirilen, modern olanaklarla donatılan Yalıncak Plajı’nı gördükten sonra insan ister istemez aynı belediyenin diğer plajlarında da benzer bir özen arıyor. Ancak Mersin Plajı ne yazık ki kaderine terk edilmiş durumda. Bu yazı bir eleştiriden çok, bir çağrıdır. Sayın Başkan, lütfen bu satırları bir uyarı olarak görün.
Plaj, Büyükşehir Belediyesi sorumluluğunda. Girişteki kulübe Büyükşehir’e ait ve her araçtan 100 TL ücret alınıyor. Ayrıca belediyeye ait bir kafeterya da bulunuyor. Yani buraya gelen aileler doğrudan belediyenin sunduğu hizmetlerden yararlanıyor. Hal böyleyken, insan doğal olarak temiz, düzenli ve güvenli bir ortam bekliyor.
Ancak gerçekler bambaşka. Sahil boyunca gözle görülür bir bakımsızlık hâkim. Zeytin ağaçları var ama ilgisizlikten neredeyse kurumak üzereler. Çöpler toplanmamış, yol güzergâh fodul olmuş, yolun kenarları çimden görünmüyor, koskoca plajda bir tane sokak lambası var oda yanmıyor. Bildiğin zifiri karanlık, deniz kıyısı kirli ve en kötüsü, lağım suları yolun ortasından geçerek plaja doğru akıyor. Bu görüntüler, Mersin’in doğasına da halkına da yakışmıyor.
Oysa burası sadece bir plaj değil; hafta sonlarını denizle geçirmek isteyen yüzlerce ailenin nefes alma noktası. Mersin Plajı’na yapılacak bir yatırım, hem yerel halkın yaşam kalitesini artırır hem de belediyeye olan güveni pekiştirir. Yalıncak için gösterilen çabanın bir benzerini Mersin için de görmek istiyoruz. Sadece kıyı şeridini değil, vatandaşın huzurunu da temizleyin. Mersin Plajı da en az diğer sahiller kadar ilgiyi hak ediyor. Sayın Başkan, bu yaz deniz kenarında değil ama vicdanın kıyısında bir yürüyüş yapın. Gözlerinizi Mersin Plajı’na çevirin.
O GÜZEL İNSANLAR, O GÜZEL CHEVROLETLER ÇEKİP GİTTİLER
Mahalleler sadece evlerden, sokaklardan, caddelerden ibaret değildir… Onlara ruhunu veren insanlar vardır. Kimisi bir kahve köşesinde sessizce oturur, kimisi ise bir topun peşinde bir ömrü kaleye adar. Bizim mahallemizde işte böyle bir isim vardı: Yunus Erbay. Yıllarca Belediyede çalıştıktan sonra emekliliğe ayrıldı. Ama bizim için o hep mahallemizin kalecisi olarak kaldı. Karakaş’ın bahçesinde yaptığımız mahalle maçlarında topa öyle plonjonlar yapardı ki, Beşiktaş’ın Sabri’si, Sanlı’sı, Tuğrul’u bile kıskanırdı. Zaten tam bir Beşiktaş aşığıydı. Rahmetli annesi Hacer teyze ile birlikte Beşiktaş’ın ilk on birini ezbere sayarlar, biri başladığında diğeri teklemeden devam ederdi. Onlar için Beşiktaş bir futbol takımı değil, bir yaşam biçimiydi.
Yunus abi sadece kalecimiz değildi, aynı zamanda bir Barış Manço sevdalısıydı. “Gülpembe”den “Dönence”ye, “Aynalı Kemer”den “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”ya kadar bütün şarkıları ezbere bilir, bazen mahalle kahvesinde öyle bir Barış Manço taklidi yapardı ki, gözlerimizi kapatınca sanki gerçekten usta sanatçı karşımızdaydı.
Ama asıl hatıralar dolmuş durağında birikti…
1980’li yıllarda Yenimahalle dolmuş durağının kâhyalığını yapan Yunus Erbay, o yılları anlatırken yüzünde hep bir tebessüm olurdu. “Fikret abi vardı, rahmetli... Arabası dolmadan hareket etmezdi. Bir yolcu eksik diye yarım saat beklediğimiz olurdu,” derdi. Diğer yolcuların sabrı taşsa da o her zaman anlayışla yaklaşırdı. Bir de Boz İsmail amca vardı… Uykusu hep aracın içindeydi. Dönen araçlar geldiğinde onu sıraya sokmak için düdüğünü çalar, “Hadi Boz İsmail amca, sıra sende,” derdi. Herkesin huyunu suyunu bilir, kimseyi kırmadan bu küçük düzeni yıllarca ayakta tutardı.
Yunus abinin övgüyle andığı bir isim daha vardı: Fikret abi. “Arabasını en güzel silen oydu,” derdi. O yılların inceliği, insanın işine duyduğu saygıydı belki de…
Ve bir diğer unutulmaz: Mahallemizin imamı rahmetli Ali hocamız… İncirlik Camii’nin yıllarca imamlığını yapmış, mahallenin duası, mevlidi, bayramı, cenazesi demekti. Onun da kırmızı bir Chevroletti vardı. O aracı rahmetli Kara Mehmet’ten almıştı. Arabayı mahalle içinde gördüğümüzde bilirdik ki Ali hocamız ya bir hastaya gidiyor, ya da bir ihtiyacı karşılamaya…
Şimdi hepsi birer birer göçüp gittiler bu dünyadan. Arkalarında toprağa sinmiş anılar, gönlümüze işlemiş hikâyeler bıraktılar. Mahallemizin kalecisi, Beşiktaş’ın gönüllü neferi, Barış Manço sevdalısı, dolmuş durağının sessiz kahramanı Yunus Erbay’a selam olsun… Onunla birlikte andığımız Fikret abiye, Boz İsmail amcaya, Ali hocamıza ve Kara Mehmet’e de…
Hepinizi sevgiyle, özlemle anıyoruz.
O güzel insanlar, o güzel Chevroletler çekip gittiler…